BAFA GÖLÜ VE HERAKLEİA ANTİK KENTİNİN ÖYKÜSÜ


ÖYKÜMÜZ GÜNÜMÜZE YAKLAŞIK 2000 YIL KALA BAŞLADI
Büyük Menderes Nehri'nin Latmos Körfezi'nden denize döküldüğü yıllarda Herakleia, Ege Denizi üzerinde Latmos Körfezi'nin kuzeydoğu kıyısında küçük bir liman kentiydi. Öykümüz 2000 yılına yaklaşık 2000 yıl kala bu körfezde başladı.
Büyük Menderes o yıllarda bıkıp usanmaksızın Latmos Körfezi'ne alüvyon taşıyordu. Taşınan bu alüvyonlar o kadar çoktu ki, körfezin iki ucu zamanla birbirine yaklaştı ve birleşti. Böylece içerde ufak bir göl oluşmuş oldu. Çok sonraları bu yörede yaşayan insanlar, artık denizden epeyce içerde yer alan bu göle Bafa Gölü adını verdiler.
Bugün bile suları kısmen tuzlu olan bu gölün oluşumunun tek tanığı olan Herakleia'lılar, bir liman kenti olarak inşa ettikleri şehirlerinin denizden bu şekilde uzaklaşmasına pek şaşırdılar. Geçimlerini deniz ticareti ve balıkçılık üzerine kurmuş olan kent sakinleri, körfez ağzının yavaş yavaş kapanması karşısında gittikçe fakirleştiler. Bir zamanlar Latmos Dağı'ndan ( Beşparmak Dağları ) çıkartılan mermerlerin Herakleia limanından gemilere yüklenip, Didim'deki ünlü Apollon tapınağının yapımı için götürüldüğü o görkemli günler artık geride kalmıştı.
İşte öykümüz de bu konuyu yani, bir gölün oluşumu ve bir kentin yok oluşunu anlatıyor. Kısaca bu öykü, Bafa Gölü ve Herakleia Antik Kentinin öyküsüdür.

ÖYKÜMÜZÜN ASIL KAHRAMANI BAFA GÖLÜ
Karayolu ile Söke'den Midas'a doğru gidilirken zeytinlikler içersinden kıvrıla kıvrıla ilerleyen yol, buğulu bir gölün yanından geçiyor. Çamiçi gölü adı ile de bilinen Bafa Gölü'nün Söke'ye olan uzaklığı yaklaşık 30 km. kadar. Aydın'ın Söke ilçesi sınırları içersinde bulunan Bafa Gölü'nün kıyısındaki Kapıkırı Köyü'nde ise, Herakleia Antik Kenti'nin kalıntıları yer alıyor.
Söke - Milas karayolunu gölün kenarından izlemeye başladığımızda önce Pınarcık'tan geçiliyor. Pınarcık'tan 4 km. sonra Çamiçi Köyü'ne geliniyor. Çamiçi Köyün'den sola Kapıkırı Köy'ü yolu ayrılıyor. Yol ayrımında " Herakleia " tabelası var. Ayrımdan 10 km. sonra, Herakleia kalıntılarının bulunduğu Kapıkırı Köyü'ne ulaşılıyor. Herakleia'nın Söke'ye olan uzaklığı 65 km. İzmir'e olan uzaklığı ise, 170 km.
Ege bölgesinin en büyük gölü olan Bafa Gölü'nün yüzölçümü 60 kilometrekare, rakımı ise, 5 -10 m. kadar. Maksimum derinliği 25 m. kadar olan gölün suları hafif tuzlu. Sualtı bitkileri açısından son derece zengin olan gölün kuzey - güney kesimi kayalık ve dağlık, doğu - batı kesimleri ise alüvyonlu düzlüklerle çevrilidir. Akdeniz bitki örtüsünün hakim olduğu yörede zeytinlikler geniş yer kaplıyor. Beşparmak Dağlarına doğru çıkıldığında makiler yaygın. Göl çevresinde ise çorak ve tuzlu toprakları seven ılgınlara ( Tamarix Smyrnersis ) rastlanıyor.
2000 yıl kadar önce Ege Denizi'nin büyük körfezlerinden biri olan Latmos Körfezinin önünün Büyük Menderes nehrinin taşıdığı alüvyonlarla kaplanması sonucu, Bafa Gölü doğal bir set gölü olarak ortaya çıkmış. Bu yüzden gölün kıyıları da Ege Denizi'nin kıyıları gibi girintili çıkıntılı. Aslında bu durum göle ayrı bir güzellik katıyor. Göl üzerinde yer alan irili ufaklı bir çok ada da bu güzelliği adeta tamamlıyor.
1970 yılına kadar Bafa Gölü özel mülkiyet altındaydı. 1970 yılına kadar Bafa Gölü özel mülkiyet altındaydı. Yöre köylülerinin ve balıkçıların yoğun çabaları sonucunda göl, bu tarihten itibaren hazineye devredildi. Bugün yaklaşık 450 üyeli bir balıkçılık kooperatifi göldeki balıkçılığı denetliyor.

BAFA GÖLÜ S.O.S SİNYALLERİ VERİYOR
Gölde avlanan balık ve kerevitlerin büyük bir bölümü son yılları kadar yurt dışına ihraç ediliyordu. Ancak bugün hatalı bazı planlamalar ve yanlış avlanmalar sonucu gölde balık hayli azalmış durumda. Levrek gölün en lezzetli balığı, ancak lokantalarda her zaman bulunmuyor. Levrek yemek istiyorsanız önceden sipariş vermenizde yarar var. Kefal gölün en çok rastlanan balığı. Bir de yılan balığı var. Sakın adına bakıp da bu balıktan yememezlik etmeyin. Eskiden göl kıyısında yıkıntılar arasında pek çok yılan balığı görülebilirken bugün artık tek tük görünür hale gelmiş.
1987 yılında gölde balık üretimi 328 ton iken 1991 yılında bu rakam 14 tona kadar düşmüş. Balıkçıların avlanırken kullandıkları kazıma yöntemi nedeni ile gölde artık kurbağa bile kalmadığı söyleniyor. Bunun yanı sıra gölün ekosisteminde meydana gelen bazı değişikliklerin de balık üretimini olumsuz etkilediği belirtiliyor.
1985 yılında Büyük Menderes'in taşkınlarını önlemek ve nehrin göle girişini denetlemek amacı ile, gölün kuzey tarafına suni bir set inşa edilmiş. Setin ne kadar işlevsel olduğu ciddi bir tartışma konusu. Setin yapımından sonra gölün seviyesinde 2 m. lik bir azalma olduğu saptanmış. Bu azalma gölün ekolojik dengesi üzerinde bir çok olumsuzluğu da birlikte getirmiş. Tatlı su kaynağı kesilen gölde, tuzluluk oranı yükselmeye başlamış.
Tabi ki gölde yaşayan çanlıların bu durumdan hoşnut oldukların söyleyemeyiz. Ayrıca göl seviyesinin düşmesi, göl kenarındaki sazlıkların ve ılgınların kuruması ile birlikte burada yaşayan canlıların, özellikle de kuluçkaya yatan kuşların beslenme ve barınma merkezlerinin yok olmasına neden olmuş. İşte Bafa Gölü o günden itibaren imdat çığlıkları atmaya ve S.O.S sinyalleri göndermeye başlamış, bu sinyallerin gerekli alıcılara ulaşıp ulaşmadığını hala bilemiyoruz.

BAFA GÖLÜ, ÜLKEMİZİN VE DÜNYANIN ÖNEMLİ KUŞ ALANLARINDAN BİRİSİ
" 37 derece 31 dakika kuzey, 27 derece 27 dakika doğu " bu koordinatlar uluslar arası önemli kuş alanları listesinde de yer alan Bafa Gölü'nün yerini belirtiyor. Bafa gölü'nde 208 kuş türü saptanmış. Bu türlerden 68 tanesi burada kuluçkaya yatıyor.
Pelecanus Crispus Latince adı ile bilinen Tepeli Pelikan'ın bütün dünya üzerindeki sayısının 2000 civarında olduğu saptanmış. Nesli tehlikede olan bu türün dünyadaki üçüncü büyük kolonisi Bafa Gölü'ndeki deltada kuluçkaya yatıyor. Gene dünya çapında nesli tehlikede olan Cüce Karabatak ( Phalacrocorax Pygmeus ) 10 çift, Deniz Kartalı ( Heliatus Albicilla ) 2 - 3 çift civarında burada kuluçkaya yatıyor.
Bafa Gölün'de kuluçkaya yatan diğer türler arasında, Küçük Balaban, Leylek, Gece Balıkçılı, Alaca Balıkçıl, Küçük Ak Balıkçıl, Erguvan Balıkçıl, Angıt, Yılan Kartalı, Saz Delicesi, Kızıl Şahin, Küçük Kerkenez, Uzunbacak, İzmir Yalı Çapkını ve Alaca Yalı Çapkını sayılabilir. Ayrıca, Çeltikçi, Kaşıkçı ve Tavşancıl'ın da büyük olasılıkla bölgede kuluçkaya yattığı tahmin edilmektedir. Bölgede sık olarak görülen türler arasında, Tepeli Batağan, Tepeli Kutan, Büyük Ak Balıkçıl, Boz Ördek, Kılıçgaga ve Sakarmeke sayılabilir.
Bölge av komisyonu kararı ile hafta sonları bölgede av yapmak serbest bırakılmış. Bölgenin özel bir koruma statüsünün olmaması haftasonları avcıların buraya akın etmesine neden oluyor. Kaçak avlanmanın yaygın olması ve aşırı avlanma gibi etkenler de eklendiğinde bölgedeki kuş türlerinin ciddi şekilde tehlikede olduğu söylenebilir.

BAFA GÖLÜ'NE GELDİYSENİZ
BALIKÇI LOKANTALARINA UĞRAMADAN SAKIN DÖNMEYİN
Yörenin, kendi imalatları olan zeytinyağına yatırılmış yeşil çizik zeytinini ve balını tattıysanız eğer sıra balıkçı lokantalarına uğramaya gelmiş demektir. Bafa Gölü'nün güney kesimlerinde karayolu üzerinde çeşitli lokantalar ve turistlik tesisler yer alıyor. Bunların içinde en bilineni Mersinet İskelesi olarak adlandırılan yerde bulunuyor.
" Çeri'nin Yeri " adı ile bilinen bu lokanta, eski bir yağ imalathanesinin yanına kurulmuş. Pınarcık Yayla ya da Yağhane adı ile de anılan Mersinet iskelesi'nden göl yolu ile karşı kıyıdaki Kapıkırı Köyü'ne ( Herakleia ) gitmek için tekne kiralanabiliyor.
Söke - Milas karayolu üzerinde Bafa Gölü'nün bitiminde, bugün içinden geçilen tünel yapılmadan önce Kapıkırı Köyü'ne ulaşım tamamen bu şekilde sağlanıyordu.
O günlerden birinde, Halikarnas Balıkçısı ( Cevat Şakir Kabaağaçlı ) Mersinet İskelesi'nde tekne beklerken, yanındaki Azra Erhat'a muziplik olsun diye, köyün kahvesinde köylülere Mehmet Ağa'yı tanıyıp tanımadıklarını sormuştu. Nasıl olsa her köyde bir Mehmet Ağa bulunurdu ve onu sormak köylülerle ahbap olmak için en iyi yollardan biriydi.
Çeri'nin Yeri'ne geldiğinizde Mehmet Ağa'yı sorup sormamayı size bırakıyoruz. Ancak göl ürünlerinden levrek, kefal ya da yılanbalığından tatmadan sakın dönmeyin. Çeri'nin Yeri'nde her şey zeytinyağı ile yapılıyor. Zeytinyağı buradaki yerel atölyelerde ve kendi ürünlerinden elde ediliyor. Burada konaklamak isterseniz, Çeri'nin Yeri'nin pansiyon kısmı da var.
Kapıkırı Köyü'ne ister Mersinet İskelesi'nden tekne ile, isterseniz karayolundan gidin köyde bir çok pansiyon ve balıkçı lokantası bulacağınızdan emin olabilirsiniz. Köyün girişinde sizi ilk olarak Pelikan Restaurant karşılayacak. Gölden biraz uzakta, gölü yukardan gören, daha çok bir kır lokantası görünümündeki Pelikan'ın sahibi Yusuf Dönmez, müşterileri ile ayrı ayrı ilgileniyor. Arabanız varsa hemen park yeri ayarlanıyor. Herakleia hakkında bilgi veriliyor, eğer isterseniz tekne, rehber ve pansiyon ayarlanıyor.
Köyün içine göl kıyısına indiğinizde diğer balıkçı lokantaları ile karşılaşıyorsunuz. Köşk Restaurant, Kaya Restaurant, Selene's Restaurant, Köy Gazinosu, Zeybek, Duran ve Agora bunlardan bazıları. İçkili olan bu lokantaların hemen hepsinde fiyatlar makul. Karpıkırı Köyün'de pansiyonda kalmayı düşünüyorsanız Selene's Pansiyonu önerebiliriz. Göl kenarındaki lokantasının özellikle akşam güneş batarken manzarası çok güzel. Bu güzelliklere kapılıp ta sakın içkiyi fazla kaçırmayın. Çünkü Herakleia antik kentini gezmeye başladığınızda hayli yorulacaksınız.

BAFA GÖLÜ VE HERAKLEİA ANTİK KENTİ'NİN ÖYKÜSÜ
İlk önce peşin peşin şunu söyleyelim; Bafa Göl'ü ve Herakleia Antik Kenti kalıntıları, Bodrum'a giderken ya da Bodrum'dan dönerken sarı tabelalı yol ayrımını görünce " hadi şöyle bir bakalım " denilecek yerlerden değil. Açıkça ifade etmek gerekiyorsa Bodrum'a gidiyorsanız Bodruma gidin, ama Bafa Gölü ve Herakleia'yı gezmek istiyorsanız, ki bu ayrı bir amaç olmalı. O zaman amaca uygun bir ön çalışma ve birikime gereksiniminiz var demektir.
Sonradan yarım kalmış bir şeylerin içinizi kemirmesini istemiyorsanız eğer, buraya hakkını vermek durumundasınız. Bunun için de en az 3 gün ayırmanız gerektiğini belirtmeliyim.

TARİHTE HERAKLEİA
Herakleia'nın yerleşim tarihinin M.Ö. 8.yy'a kadar gittiği, burada elde edilen bulgulara dayanılarak saptanmış durumdadır. Yunan mitolojisinin ünlü kahramanlarından biri olan Herakles'in adı Anadolu'da birkaç kente verilmiştir. Bunlardan biri de Bafa Gölü kıyısındaki Herakleia'dır. İlk çağ coğrafyacısı Strabon, kentin ilk adının Latmos olduğunu belirtmektedir.
Bugün, Beş Parmak dağları olarak adlandırılan kentin kuzeyindeki Latmos Dağları, o dönemde kente ve kıyısında bulunduğu körfeze de adını vermiştir. M.Ö. 5.yy'da önemli bir İonya kenti olan Latmos'un, eski Yunanlılar arasında bir savunma paktı olan Delos Birliği'ne Latmos Kenti adı ile katıldığını ve her yıl bir talent vergi ödediğini gene Strabon'dan öğrenmekteyiz.
M.Ö. 4.yy'da kent, Pers imparatorluğu'nun Halikarnassos ( Bodrum ) valisi Mausolos'un eline geçmiştir. Sonraları Mausolos'un yönetiminden çıkan kenti, bir hile ile onun karısı Artemisia tekrar ele geçirmiştir. Anlatıya göre, Artemisia, ketten biraz uzaktaki Kybele kutsal koruluğunda bir ayin düzenlemiş, halk bu ayin için koruluğa geldiğinde, ordusu hareket ederek kenti ele geçirmiştir. Bu anlatılandan o dönemde kentte bir kybele kültü olduğu düşünülebilir.
M.Ö. 3.yy'da kent, Büyük İskender'den sonra gelenler tarafından bir süre yönetilmiştir. Bu dönemde deniz ticareti sayesinde gelişen kent, eski Latmos'un hemen yanında ve biraz batısında olarak yeniden inşa edilmiştir. Yeni kurulan kente, Helenistik dönemin de etkisiyle Herakleia adı verilmiştir. Bu dönemden itibaren kent, " Latmos Eteğindeki Herakleia "olarak anılmaya başlanmıştır.
M.Ö. 2.yy'da komşu kent Miletos ile dostluk kuran Herakleia, bazı savaşlara birlikte katılmış ve Miletos ile karşılıklı olarak vergileri kaldırarak birbirlerine vatandaşlık hakkı tanımışlardır. Bu yüzyıldan kalma bazı şehir sikkelerinde, kente adını veren Herakles ve onun koruyucu tanrısı olan Atena'nın tasvirlerine rastlanmaktadır.
İskender'in Asya seferi sırasında M.Ö. 323 de 33 yaşında tropik bir sıtmaya yakalanıp ölmesinden sonra Herakleia, Miletos'la birlikte bir süre yerel valilerin yönetiminde kalmıştır. Seleukos'ların kısa bir süre kente hakim olmalarının ardından, Attalos sülalesinin hakim olduğu Bergama krallığı kenti ele geçirmiştir. M.Ö. 133'de Bergama Krallığı'nın Roma İmparatorluğu'na bağlanması ile birlikte Herakleia'da Roma egemenliğine girmiştir.
M.Ö. 1.yy'ın sonlarına doğru Büyük Menderes Nehrinin taşıdığı alüvyonlarla Latmos Körfezi'nin ağzının tıkanmaya başlaması ile Herakleia'nın denizle olan ilişkisi yavaş yavaş kesilmiştir. M.Ö. 1.yy'ın son dörtlüğünde, Herakleia'nın denizde hala bir demirleme yerinin olduğunu Strabon belirtmektedir.
Miladi yıllarda Herakleia'nın denizle olan bağlantısı tamamen sona erdi. Kent bu tarihten itibaren gittikçe fakirleşti ve önemini yitirdi. Bu doğal olayın diğer bir olumsuz etkisi de Büyük Menderes Nehri'nin ağzında oluşan bataklığın, hastalığı, ölümü ve göçleri de beraberinde getirmiş olmasıdır. Bu arada Miletos'luların deniz ticaretine tamamen hakim olmaları, Herakleia'nın iyice terk edilmesine yol açtı. Bu dönemden sonra kentin tarihinde büyük bir boşluk vardır.

YÜZYILLAR SONRA HERAKLEİA'NIN YENİDEN KEŞFİ
Gökyüzüne doğru uzanmış beş parmağı andırdığından " Beşparmak Dağları " olarak adlandırılmış olan Latmos Dağları, deniz kıyısından birdenbire 1300 m. yüksekliğe ulaşan dorukları ile görkemli görünüşünün yanı sıra, kayalık ve engebeli arazisinin ulaşım güçlüğü ve iyi saklanma olanakları sağlaması nedeni ile Hiristiyan rahipler tarafından yeniden keşfedildi.
M.S. 7.yy'da Sina Yarımadası'ndan ve Yemen'den gelen Hristiyan rahipler burada ilk manastırı inşa etmeye başladılar. 8 ve 9.yy'larda bölgede kurulan manastır sayısı hızla arttı. 9.yy'da bölgenin bir psikoposluk merkezi haline geldiğini biliyoruz. Bu dönemde Beşparmak Dağları üzerinde, Bafa gölü çevresinde ve gölün üzerindeki adalarda pek çok manastır bulunuyordu. Bu manastırların çevresinde ise keşişlerin tek başlarına çile doldurdukları bir çok küçük mağara ve çilehane yer alıyordu.
Manastırlarda yaşayan keşişler, Kapadokyalı Büyük Bazilyos'un koyduğu " Dünyevi sorunlardan uzak huzurlu bir yaşam " felsefesine göre hayat sürüyorlardı. Manastırlara kabul edilecek keşişlerin bu amaca uygunlukları ve bu konudaki samimiyetleri çeşitli sınavlarla denendikten sonra karar veriliyordu.
Herakleia 9.yy'da Arap akınları sırasında korkulu günler yaşadı. Bu dönemde manastırların çevresine bir koruma duvarı örüldü. Bu surlar bugün hala görülebilmektedir. Bazı manastırlarda ise bir iç kale ya da hemen yanında bir koruyucu kale bulunmaktadır. Kuşatmalarda su sorununu çözebilmek için kale içlerine su sarnıçları inşa edilmiştir. Manastırlar fazla zengin değillerdi. Ancak vergi ödemediklerinden rahipler kısmen rahat bir yaşam sürüyorlardı.
Bölge 11.yy'da Türk akınlarına sahne oldu. Daha sonra merkezi Milas'ta bulunan Menteşe Beyliği bölgeye hakim oldu. Böylece Herakleia 1280 yılında Menteşe Beyliği'nin eline geçmiş oldu. Bu tarihten itibaren manastırlar tamamen terk edildi. Menteşe Beyliği döneminden bölgede kalan tek yapı, gölün güney kıyısında harap durumda olan bir kervansaraydır.

HERAKLEİA'NIN ANTİK DÖNEM KALINTILARI
Bugünkü Kapıkırı Köyü ile iç içe olan Herakleia kalıntılarının çok iyi durumda oldukları söylenemez. Mimarının adına ithafen " Hippodomik Sistem " denilen ızgara planlı kent modeli, Herakleia'nın da yapımında kullanılmıştır. En güzel örneklerinden birini Priene'de gördüğümüz bu planda, kentte cadde ve sokaklar birbirlerini kuzey - güney ve doğu - batı doğrultularında dik açı oluşturacak şekilde kesecek şekilde tasarlanmışlardır.
Bu haliyle Hippodomik planlı kentlerin, günümüz modern kentlerinin ilk örneklerini oluşturduklarını söyleyebiliriz. Herakleia kalıntıları, Kapıkırı köyü ile iç içe geçtiğinden fazlasıyla tahrip olmuştur ve ne yazık ki bu planı görebilme şansını bize sunmamaktadır.

ATHENA TAPINAĞI
Herakleia'nın en dikkat çeken yapısı olan Athena Tapınağı, Helenistik dönemde M.Ö. 3.yy'da Dor düzenine uygun olarak inşa edilmiştir. Tapınağın çevresinde bulunan ve bugün de aynı yerde bulunan bir yazıta dayanılarak yapının kentin baş tanrıçası olan Athena adına yapıldığı anlaşılmıştır. Sadece ön cephesinde iki sütun bulunan Temlum in Antis cepheli tapınakta cella ve pronoas hemen hemen aynı büyüklüktedir. Eski limanın biraz gerisinde şehre tam hakim kayalık bir tepe üzerine inşa edilmiş bulunan tapınak, Kapıkırı İlkokulu'nun biraz üzerinde yer alıyor.
Athena tapınağına gittiğinizde, burada 50 yıldır bekçilik yapan Mehmet Gümüş'ü mutlaka görürsünüz. ( Eğer hala yaşıyorsa ! ) Buraya Malatya'dan askerlik için 50 yıl önce gelen Mehmet Gümüş, terhis olunca memleketine gitmeyip burada bekçilik yapmaya başlamış. İlk önceleri kendisine bağlanan maaş sonradan kesilmiş. Bugün tahta masasında sergilediği deniz kabukları, eski para, vida, somya yayı gibi şeyleri satarak geçimini sağlamaya çalışan Mehmet Gümüş 50 yıldır bu tapınaktan kimsenin bir taş bile almasına izin vermediğini söylüyor.

AGORA
Athena Tapınağının batısında biraz aşağıda, bugünkü Kapıkırı İlkokulu'nun bahçesinin bulunduğu alan Herakleia'nın agorası idi. Agoranın güney tarafı düzgün örülmüş ve güzel bir işçilik sergileyen duvar ile teras haline getirilmiştir.
Hellenistik dönemde yapılmış olan agora, dikdörtgen şekilde bir alanı çevreleyen portikolardan oluşmuştur. Herakleia'yı gezerken elinizde bir kroki yoksa, ilkokulun duvarında böyle bir krokiyi bulabilirsiniz.

BOULEUTERİON
Agoranın hemen kuzeydoğusunda yer alan bouleuterion, Miletos'daki örneğine uygun olarak inşa edilmiştir. Oturma sıraları taştan ve U biçimli olan yapı, M.Ö 2.yy'da yapılmıştır. Kazılarda bulunan parçalardan anlaşıldığına göre, yapının duvarlarının üst yarısı Dor düzenindeki yarım sütunlarla bezenmişti. Kazılarda ayrıca Architrav parçaları, triglipt frizi, bir diş sırası ve alınlığa ait parçalar bulunmuştur.

ROMA HAMAMI

Bouleuterion'un kuzeydoğusunda Roma döneminde yapılmış hamama ait kalıntılar yer almaktadır.

TİYATRO - NYMPHAİON - TAPINAK
Kentin kuzeydoğusunda hamamdan yukarı doğru devam edildiğinde Roma döneminde yapılan tiyatro kalıntılarına ulaşılabilir. Bugün üst basamakları ve sahne binasının üst kısımları toprak üzerinde seçilebilmektedir.
Tiyatronun hemen kuzeyinde yer alan Nymphaion'dan ( Anıtsal Çeşme ) geriye çok az bir şey kalmıştır. Biraz daha kuzeye doğru devam edildiğinde bir çok mezar nişini ve kayaya oyulma sanduka şeklindeki mezarları geçtikten sonra, hangi tanrıya ait olduğu saptanamamış bir tapınağın kalıntıları görülebilir.

ENDYMİON KUTSAL ALANI
Kentin güneyine, sahile ( göl kenarına ) doğru geri dönüldüğünde, sahile yakın bir noktada Endymion adına ayrılmış kutsal bir alana gelinmektedir. Alanın üzerinde yer alan yapı doğal bir kayaya oyulmuştur. Duvarların bazı yerleri kesme taştan yapılmış, bazı yerlerinde ise doğal kaya duvar olarak kullanılmıştır. Pronaoslu ve opsidal bir cellası olan tapınak, ön cephesi sütunlu bir prostylos'tur. Yapının Endymion adına yapılmış bir sunak olduğu tahmin edilmektedir.
Endymion, Latmos Dağları'nda sürülerini otlatan genç ve çok yakışıklı bir çobanmış. Kavalından başka bir varlığı olmayan bu çoban, gündüz keçilerini otlatır, geceleri ise çam ağaçları altında sele serpe uykuya dalarmış. Ay tanrıçası Selene bu yakışıklı genci fark etmekte gecikmemiş. Hava karardığında çobanın yanına gelir, ışıktan gövdesi ile onu sarar ve öpermiş.
Endymion da bu aşkı karşılıksız bırakmamış. Her akşam uykuya yatar ve Selene'yi tutku ile beklemeye başlarmış. Ayın gökyüzünde olmadığı geceler Endymion için çok zor geçmeye başlamış. Bu olanları uzaktan uzağa izleyen tanrıların tanrısı Zeus, fakir çobana bir iyilik yapmak istemiş ve Endymion'a, kendisinden bir dilekte bulunmasını söylemiş. Endymion, ayın gökyüzünde olduğu bir gece sonsuz ve ölümsüz bir uyku ile uyumak istediğini belirtmiş. Böylece iki sevgili Zeus'unda yardımı ile sonsuza kadar beraber olabilmişler.
Herakleia'lılar da tanrılar katında aşk yaşamış bu çobandan çok etkilenmiş olmalılar ki, onun adına kentlerine bir tapınak yapmışlar. Strabon, coğrafyasında " Latmos'un yanında küçük bir ırmağı geçtikten sonra Endymion'un mezarı görülür " diye yazmaktadır. Strabon'un belirttiği yerin bugün neresi olduğu belirsiz olmakla birlikte, Endymion efsanesinin daha sonraki dönemlerde de değişik şekillerde sürdüğünü biliyoruz.
Hiristiyanlık dönemindeki bir anlatıya göre, bölgeye ilk gelen rahipler, Endymion'a ait olduğu tahmin edilen bir mezar bulmuşlar. Bu mezar ve çevresi kutsal bir alan olarak kabul edilmiş ve her yıl bu mezara bir kez gelinip lahtin kapağı açılırmış. Kapak açıldığında tanrısal bir ses duyulduğuna inanılırmış.
Endymion kutsal alanından güneye, göl kıyısına doğru ilerlendiğinde önce hangi tanrı adına yapıldığı belirlenememiş bir tapınak kalıntısının yanından geçip, tepe üzerindeki Bizans Kalesi'ne doğru yönelinir. ( bu kale ilgili bilgi yazının ilerki bölümlerinde yer alıyor ) Kaleyi geçtikten sonra bir çok mezar ile karşılaşılır.

NEKROPOL
Bizans kalesi ile göl arasında kalan bölgedeki mezarlar gerçekten görülmeye değer. Ağırlıklı olarak kayaya oyulma sanduka şeklindeki mezar nişlerine rastlanıyor. Mezarlar daha çok birbirine bitişik ve yan yana olarak kayalara oyulmuş. Her birinin üzerinde ayrı bir kapak var.
Kimi mezarlar ise kıyıya çok yakın ve göl üzerindeki kayalara oyulmuş durumda bulunuyorlar. Herakleia Antik Kenti'nin çeşitli yerlerine dağılmış durumdaki mezarların sayısının 2500 kadar olduğu saptanmış.

KENT SURLARI
Herakleia'nın görülmeye değer yapılarından biri de kenti çevreleyen surlardır. Çevre uzunluğu 6.5 km. olan surlar, 65 gözetleme kulesi ile takviye edilmişlerdir. Düzgün kesme taş bloklardan usta bir işçilikle örülmüş olan sur duvarları iyi korunmuş durumdadır. M.Ö. 287 yılında Lysimakhos tarafından yaptırıldığı sanılan surların yüksekliği 5.5 m. kadardır.

LİMAN KALINTILARI
Kentin güneybatısında yer alan liman, hem kıyıdaki kalıntıları hem de göl içinde su altında görülebilen mendirek ve rıhtım izleri ile bellidir. Athena tapınağının altında göl kıyısında görülebilir.

HERAKLEİA'NIN HRİSTİYANLIK DÖNEMİ KALINTILARI
Bu döneme ait kalıntılar, M.S. 7. ve 12.yy'lar arasındaki dönemde inşa edilmiş, manastır, kilise ve kale kalıntılarından oluşmaktadır.

BİZANS KALESİ
Herakleia kentinin güney ucunda göle hakim kayalık bir tepe üzerinde Bizans döneminde yapılmış olan kale, bugün büyük ölçüde ayaktadır.

STYLOS MANASTIRI
Bölgedeki manastırlar içinde Hristiyan dünyası için en önemlisi olduğu söylenebilir. Bugün kapuzlu Köyü yakınlarındaki " Arap Avlusu " olarak adlandırılan mevkide yer alan manastıra ulaşabilmek hayli yorucu olmaktadır. Kapıkırı Köyün'den başlayan yürüyüş, Beşparmak dağları üzerine tırmanılarak devam etmekte ve 5 saat kadar sürmektedir.
Lokantaların yanından Kapıkırı Köyü Yaylası'na doğru giden yolu izleyerek yaylaya ulaştıktan sonra, yayla girişinde sağdan dağa doğru giden bir patika var. Bu patika, antik Kral Yolu'na ait olduğu için zemini düz taşlarla döşenmiş ve oldukça belirgin. Antik yolu takiben devam eden yürüyüş sırasında zamanın tahribi nedeniyle yol, yer yer gözden kaybolmakta ve rotayı belirlemek güçleşmektedir. Yürüyüş parkuru olarak oldukça güzel olan bölgeye, bir rehber eşliğinde gitmek daha akılcı olabilir.
Alman arkeolog A. Perchlow bölgede yaptığı araştırmalar sırasında yolun gözden kaybolduğu kısımlarda kaya ve ağaçlar üzerine kırmızı ve mavi boyalarla işaretleme yaparak ( ! ) yolun hattını belirlemeye çalışmış.
Arap Avlusu dağın üst kısımlarında genişçe bir düzlük. Bu düzlükte bugün bir yörük ailesi yaşıyor. Stylos Manastırı, çevresi surlarla çevrilmiş bir şekilde bu düzlüğün biraz yukarısında yer alıyor. Manastırın durumunun çok iyi olduğu söylenemez. Asıl yapıya ait iç odaları gezilebilen manastırda 10.yy'da Paulos adlı bir keşiş yaşamış.
Bu keşişe ait çilehane olarak kullanılmış küçük bir mağara ( kovuk ) ise manastırın az yukarısında görülebilmektedir. Söylentiye göre Paulos burada meşe palamudu ve bitki kökleri yiyerek yıllarca yaşamış. Çilehanenin freksleri belli oranda zarar görmekle birlikte çok kötü durumda değildir.
Paulos'un buraya yerleşerek Stylos Manastırının temelini attığı söyleniyor. Fırtınalı bir gecede mağarasına giren bir panterin ona dokunmaması , Poulos'la ilgili mucizevi bir olay olarak aktarılıyor.

YEDİLER MANASTIRI
Eski adı Bucak Köyü olan Gölkaya Köyü'nden ( Kapıkırı'na gelmeden bir önceki köy ) bir saatlik yürüyüşle Yediler Manastırına ulaşılabilir. Manastıra giden yol kırmızı boyalarla işaretlenmiş durumda. Zeytinlikler içersinden oldukça rahat bir yürüyüşten sonra ulaşılabilen manastır, göle hakim bir tepenin üzerine kurulmuş.
Sur duvarları ve iç yapılarının bir kısmı ayakta olan manastırın yakınlarında bir düzlükte küçük bir kilise ( şaphel ) kalıntısı daha vardır. Yuvarlak ve doğal bir kayanın içi oyularak kovuk haline getirilmiş ve içi frekslerle süslenmiştir.

PANTAKRATOR VE İSA MAĞARALARI
Kapıkırı Köyü yakınlarında yoldan yukarı doğru devam eden bir patika izlenerek bu mağaralara ulaşılabilir. Her iki mağarada da muhtemelen 8 ve 9.yy'lardan kalma freksler yer almaktadır. Frekslerin yüz bölümleri tahrip edilmiş durumdadır.

BEŞPARMAK DAĞLARI ÜZERİNDEKİ DİĞER MANASTIRLAR
İyi gizlenme olanağı sağladığından bu bölgede bir çok manastır ve kaya kovuklarına oyulmuş çilehaneler yer alıyor. Bunlar hakkında fazla bir bilgi yok. Soteros, İkiztaş, Narhisar ve Viran bunlardan bazıları. Bu manastırlara gidebilmek için mutlaka yöreyi ve manastırları bilen rehberlerin köyden bulunması gerekiyor.

BAFA GÖLÜ ÜZERİNDEKİ ADALAR VE MANASTIRLAR
Bafa gölü üzerinde bir çok küçük ada bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının üzerinde manastır ve sur kalıntılarına rastlanmaktadır.

İKİZ ADALAR
Burası aynı zamanda Bafa Gölü'nün doğal güzellik açısından en güzel yerlerinden birisidir. Biri büyük diğeri küçük olmak üzere iki adadan oluşan bölgede, küçük ada, gölün tam ortasında yer alırken, büyük olanın kara ile bağlantısı bulunmaktadır. Küçük ada üzerinde Meryem Ana adına yapılmış bir manastır yer almaktadır. Biraz güç olmakla birlikte tekneler bu adaya yanaşabiliyorlar.
Büyük olan adanın kara ile bağlantısını yazın plaj olarak kullanılan güzel bir kumsal sağlıyor. Tekneler bu kumsala baştankara yapıp rahatlıkla yanaşabiliyorlar. Bu ada üzerinde ise, Meryem Ana manastırını korumak amacı ile yapılmış bir kale yer alıyor.

HAYALET ADA
Kapıkırı Köyü'nün hemen karşısında yer alan bu ada üzerinde de bir manastıra ait kalıntılar var. Kalıntılar iyi morunmuş durumda. Bu ada eskiden Herakleia sur sisteminin bir parçası idi. Ada üzerinde bu sisteme ait izler görülebiliyor. Adaya tekne ile yanaşmak hayli zor.

MENET ADASI ( Kuş Adası )
Gölün biraz batısında denize yakın bir noktada bulunan Menet Adası, pek çok kuş türüne ev sahipliği yapıyor. Ada üzerinde Bizans döneminden kalma bir köy kalıntısı bulunuyor. Köyde ayrıca bir de kilise kalıntısı var.
Adanın diğer bir ilginç yanı, ada üzerinde antik döneme ait mermerden mimari parçalara rastlanması. Bu parçaların ada üzerindeki bir antik dönem yapısına mı ait olduğu ya da Bizans döneminde Herakleia'dan bir şekilde taşınmış parçalar mı olduğu yapılacak arkeolojik araştırmalar sonucu tespit edilecektir.

MERSİNET İSKELESİ ÖNÜNDEKİ ADA
Pınarcık Yayla ya da Yağhane adları ile bilinen Mersinet İskelesi'nin antik dönemdeki adı, Loniapolis idi. ( liman kenti anlamına geliyor ) Bafa Gölü'nün güney kıyısında yer alan Mersinet İskelesi, Hristiyanlığın erken dönemlerinde de yerleşim yeri olarak seçilmiştir.
Mersinet İskelesi'nin önünde yer alan küçük bir ada üzerinde de eski bir manastıra ait kalıntılar bulunmaktadır.

YAZAN :
YAVUZ İŞÇEN
MAYIS 1996


Araştırma Yazılarına Dönmek için tıklayınız...