ASSOS / BEHRAMKALE

ASSOS NEREDE ?
Assos, Adramyttenos körfezinin ( Edremit Körfezi ) batı ucuna yakın bir yerde bugünkü Kadırga Burnunun 3 km. kadar batısında bulunmaktadır. İlk çağ Assos kentinin kalıntıları, Satnioeis çayının ( Tuzla Çayı ) bir yay çizerek denize en çok yaklaştığı yerde, bu çay ile deniz arasında kalan bölgede yer almaktadır. Bir liman şehri olmakla birlikte denizden 238 m. yükseklikte sarp bir kayalık üzerine kurulu olan Assos'a deniz tarafından oldukça dik bir yokuşla ulaşılır.
Bu yolu yaya tırmananlar " Ölüm hükmünü daha çabuk vermek istiyorsan Assos'a git. " diyen gitaracı Stratonikos'un sözlerine hak vereceklerdir. Şehirlerini dik bir kayalık üzerine oturtup savunulmasını kolaylaştıran ve mükemmel bir duvar işçiliği ile sağlam surlar inşa eden Assos''ular başlarına gelecekleri önceden sezmiş gibi gözükmektedirler.
Assos, bugün Çanakkale ili Ayvacık ilçesi Behramkale köyü bitişiğinde bulunmaktadır. Çanakkale - İzmir karayolu takip edildiğinde 88 km. sonra Ayvacık'a ulaşılmaktadır. Ayvacık'tan sola ayrılan 18 km.lik yol ile Behramkale köyüne ve köyün hemen bitişiğinde bulunan Assos kalıntılarına gelinmektedir. Behramkale'ye yaklaşıldığında Satnioeis çayı ( Tuzla Çayı ) üzerindeki, bir zamanlar I. Murat'ında geçtiği 14 yy. Osmanlı köprüsünden geçilmektedir. Aynı yol devam edilirse 3 km. aşağıda Assos limanına varılır.

ASSOS KAZILARI
Assos'da, J.T. Clarke ve F. Bacon'dan kurulu Amerikalı kazı ekibi 1881 - 1883 yılları arasında kazı çalışmalarında bulunmuştur. 1981 yılından bu yana Ege Üniversitesi ve Kültür bakanlığının işbirliği ile Prof.Dr. Ümit Serdaroğlu yönetiminde yeniden kazı ve restorasyon çalışmalarına başlanmıştır.
Bu çalışmalar bugün de sürmektedir. Çevre köylülerin ve define arayıcılarının yoğun ilgisini çeken Assos'daki Atena tapınağının frizlerinin çoğu Fransızlar tarafından Paris'e götürülmüştür. Bu parçalar bugün Louvre Müzesinde sergilenmektedir. Frizlerin kalan kısımları ise burada kazı yürüten Amerikalılar tarafından Boston Müzesine taşınmıştır. Geriye kalan birkaç kabartma ise İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

ASSOS'U KİMLER KURDU ?
Daha çok dilbilimsel araştırmalara dayanılarak Assos tarihinin bronz çağına kadar uzandığı düşünülmektedir. Bu görüşe göre Assos, Anadolu'nun yerli halkı tarafından M.Ö 2000 yıllarından bu yana yerleşime sahne olmuştur.
Özellikle Assos adının Helen dilinde bir anlamı olmaması ve sözcüğün - ssos - şeklinde bitişi , bu yer isminin Luwi kökenli olduğu ve sonradan Helen ağzına uydurulmuş olabileceğini düşündürmüştür. Ancak Assos'da 1981 yılından bu yana sürdürülen kazılarda bu görüşü destekler bir bulguya henüz rastlanmamıştır.
Bu görüşün yanı sıra, Assos hakkındaki en eski bilgileri Lesbos'lu Hellanikos'tan almaktayız. Hellenikos, Assos'un M.Ö 700 lü Yıllarda Lesbos adasından ( Midilli Adası ) buraya göç eden Metymna şehri sakinleri olan Aioller tarafından kurulduğunu belirtmektedir. Coğrafyacı Strabon ise, Lesbos'un Ailois kentlerinin metropolisi durumunda olduğunu ve Metymna şehrinin Asya anakarasına 60 stadia uzaklıkta olduğunu belirtmektedir. ( yaklaşık 10 km. )

AİOLLER KİMLERDİR ?
Lesbos adasından Anadolu'ya göçerek M.Ö 700 lü yıllarda Assos'u kuran Aioller, aslında Aka'lardan başkası değildir. Avrupalı tarihçiler tarafından genellikle Orta - Avrupa tunç kültür çevrelerinden güneye inen İndogermenler olarak kabul edilen Aka'lılar M.Ö 1600 lü yıllardan itibaren Grit uygarlığının kuvvetli etkisi altında kalarak orijinal bir kültür oluşturmuşlardır. Bu kültür geliştiği merkezin adına Miken kültürü olarak da adlandırılmaktadır.
Aka'lar M.Ö 1400 - 1100 yılları arasındaki 300 yıllık dönem boyunca yoğun bir şekilde Anadolu topraklarına göç etmişlerdir. Bu göçler M.Ö. 600 yıllarına kadar aralıklı bir şekilde devam etmiştir. İlk önceleri Ege adalarına sonradan da bu adaların karşılarına rastlayan Anadolu kıyılarına göç eden Aka'lılar, Anadolu topraklarında çeşitli yerleşim yerleri oluşturdular. Lesbos adasında yapılan arkeolojik araştırmalarda bulunan Aka seramikleri ve Aka tarzı kubbeli mezarlar, Aka'ların bu adaya M.Ö. 1400 lü yıllarda gelmiş olduklarını ortaya çıkartmıştır. Bu tarihten 700 yıl sonra Assos'u kuranlar işte bu Aka'ların torunlarıdır.

AKA'LIRA AİT EN ESKİ BİLGİLER
Aka'lıların Anadolu'ya ilk adım attıkları M.Ö. 1400 lü yıllarda Anadolu'da Büyük Hitit İmparatorluğu en güçlü devlet durumundadır. Hitit ve Mısır çivi yazılı tabletleri bize, Aka'lar hakkında en eski bilgileri vermektedir. Hitit'lerin başşehri Hattuşaş ( Boğazköy) devlet arşivinde bulunan belgelerde Ahhiyava krallığı şeklinde bahsedilen ülkenin Aka'lılar olduğu ilk kez Emil Forrer tarafından ortaya atılmıştır. Bu görüş bugün genel kabul görmüş durumdadır.
Hitit belgelerinde Ahhiyava adına ilk kez II. Mursilis zamanında ( M. Ö 1350 - 1324 ) rastlanmaktadır. Muvattali zamanında ise ( M. Ö. 1324 - 1294 ) Ahhiyava krallığının büyük bir devlet haline geldiğini, Hitit kralının ona " kardeşim " şeklinde hitap edişinden anlıyoruz. Mısır belgelerinde ise, Aka'lılardan Agaivaşalılar şeklinde bahsedilmektedir.
Büyük Hitit İmparatorluğu ile çağdaş olan ilk Aka yerleşimleri, Hititlerin batıda egemenlik kurma çabalarının olmaması nedeni ile daha rahat gelişme şansı bulmuştur. Deniz ticaretinin henüz yaygınlık kazanmadığı bu dönemde kara ticaretinin düğüm noktası kuzey Suriye'dir. Mezepotamya'ya giden ticaret yolları üzerinde bulunan bu noktaya hakim olabilmek Hititlerin başlıca uğraşı olmuştur. Böylece Aka'lılar Batı Anadolu'da rahat bir gelişme fırsatı bulmuşlardır.

AKA KOLONİZASYONU ÖNÜNDEKİ EN ÖNEMLİ ENGEL ; TROIA
Ancak bu dönemde Batı Anadolu tamamen de boş sayılmaz. Geçmişi M.Ö. 3000'lere kadar uzanan Troia, bu bölgedeki en güçlü şehir durumundadır. Genel olarak bir tunç çağı uygarlığı olarak niteleyebileceğimiz Troia, güçlü surlarının yanı sıra Hellesponthos'a ( Çanakkale Boğazı ) hakim oluşu ve Karadeniz'e giden ticaret yollarını elinde bulundurması bakımından Aka yayılmasının önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. İşte bu konum ünlü Troia savaşının yapılmasına neden olacaktır.
Homeros'un İlyada'sında nedenini, Aka kralı Agemennon'un kardeşinin karısı olan güzelliği ile ünlü Helena'nın, Troia kralı Priomos'un oğlu Paris tarafından kaçırılmasına bağladığı Troia savaşının M.Ö. 1200'lerde yapıldığını biliyoruz. Homeros'un şiirsel bir güzellikle aktardığı bu savaşta Aka'lılar 10 yıl süren bir kuşatmadan sonra tahta at hilesiyle Troia'yı ele geçirirler.
Troia galibiyetinden sonra Aka kolonizasyon hareketi Anadolu'da hızla yayılır. Bu hareket M.Ö. 600'lerde Pers'lerin Anadolu'ya hakim olmalarına kadar devam edecektir. Aka'lıların Anadolu'ya yerleştikleri bölgeye sonradan Aiolya ve İonya adları verilmiştir. Coğrafyacı Strabon'un belirttiğine göre Aiolya, Kaikos ( Bakırçay ) ile Hermos ( Gediz ) arasında kalan bölge ile Lesbos adasını ( Midilli ) içine almaktadır.
Aiolya ve İyonya'nın gerisinde Anadolu'da güçlü devletlerin bulunmayışı, Lidya ve Frigya'nın batı Anadolu'ya ilişkin yayılmacı bir tutum izlememeleri kolonizasyon hareketinin daha hızlı gelişimini getirmiştir. Koloni hareketi , M.Ö. 600'lerden itibaren Pers hakimiyetinin Anadolu'da yayılması nedeni ile yavaşlamış ve durmuştur.
İşte bu kolonizasyon döneminde bir grup Aka'lı M.Ö. 700'lü yıllarda Lesbos adası, Metymna şehrinden Anadolu'ya göç ederek Adramyttenos körfezinin ucunda bulunan Assos'u kurmuşlardır. Assos'un bundan sonraki tarihi Anadolu tarihinin özgün bir parçasını oluşturur.

ASSOS'UN BAŞINA GELENLER
M.Ö. 700'lü yıllarda şehirlerini inşa etmeye başlayan Assos'lular, düzgün taş işçiliği gösteren sağlam surlarla şehirlerini çevirmelerine karşın zaman zaman başka ulusların egemenliklerini tanımak durumunda kalmışlardır. Bir liman kenti olmakla birlikte denizde 238 m. yükseklikte andazit bir kaya kütlesi üzerine kurulu olan Assos'u, ilk olarak merkezleri Sardes olan Lidya'lılar ele geçirmişlerdir. Assos, M.Ö. 560 - 547 yılları arasındaki dönemde Lidya egemenliğinde kalmıştır.
Bu yıllarda Anadolu git gide yaklaşan Pers tehlikesi ile karşı kaşıyadır. Bu tehlikeyi önceden görebilen Yunan şehirleri kendi aralarında birlikler oluştururken, Lidya devleti de dönemin güçlü devletleri olan Mısır ve Sparta ile ittifak oluşturma yoluna gitmiştir. Ancak düzenli kara ordularına sahip Persler karşısında bu ittifakların hiç biri varlık gösteremeyecek ve Persler kısa zamanda Anadolu'ya yayılıp, önce Lidya devletinin egemenliğine son verecekler, ( M.Ö 547 ) sonradan da tüm Anadolu'yu ele geçirip Yunan şehirlerinin bağımsızlıklarını birer birer sona erdireceklerdir.
Persler Anadolu'da idare merkezi Sardes ( Sart / Manisa ) ve Daskyleion ( Ergili / Balıkesir ) olmak üzere iki satraplık kurdular. Aiol ve İyon şehirlerini bu satraplıklara bağladılar. Assos şehri de Pers egemenliğindeki Daskyleion satraplığına bağlandı. Persler kendilerine bağlı satraplar ( vali ) aracılığı ile bu şehirleri yönetiyorlar ve belli bir vergi alıyorlardı.
Assos, M.Ö. 500'lü yıllara kadar Pers hakimiyetinde kaldı. Bağımsızlıklarına çok düşkün olan Yunan şehirleri zaman zaman aralarında birlikler oluşturup Pers egemenliğine karşı ayaklandılar. Bir ara bir çok Batı Anadolu kenti gibi, Delos birliğine giren ve tribut ödeyen Assos, uzun dönem pers yanlısı valilerce yönetilmeye devam etti.
Bu valilerden biri olan Ariobarzanes, Pers kralı Artaxerxes'e karşı ayaklanmış ve Assos yakınlarında M.Ö. 365'de yenilmiştir. Bu yenilgiden sonra Assos'un yönetimi, Aristotales'in bir öğrencisi olan banker Eubolos'a geçmiştir. Eubolos biraz da zenginliği sayesinde Assos ve Aterneus'a ( Dikili yakınlarında ) kadar olan kıyı şeridini egemenliğinde tutabilmiştir.

ARİSTOTALES ( ARİSTO ) ASSOS'DA EVLENDİ
Eubolos, Assos'u elinde bulundurduğu dönemde, Hermias adlı hadım bir kölesini öğrenim için Atina'ya gönderdi. Bu köle Atina'da hem Aristotales, hem de Platon'un ( Eflatun ) öğrencisi oldu. Hermias, Assos'a döndüğünde efendisi ile tiranlığı paylaştı. Eubolos''n ölümünden sonra da onun yerini aldı. Hermias, Assos''n yönetimini ele geçirince Atina'daki hocası Aristotales'i bir okul kurması ve dersler vermesi için Assos'a çağırdı. Böylece sonradan Büyük İskender'e de hocalık edecek olan Aristotales yanına felsefeci Ksenokrates'i de alarak Assos'a geldi.
Aristotales, Assos'da bir yandan mantık okulu kurmaya çalışırken bir yandan da yuva kurmaya çalışmış olmalı. Daha önce muhtemelen bekar olan Aristotales, Assos'da dünya evine girdi. Hermias'ın kardeşinin kızı ile evlenen Aristotales'in, Assos'da akıl ve mantık kuralları üzerine verdiği dersler, Perslerin, Hermias'ı bir oyuna getirip öldürmelerine kadar devam etti. Hermias'ın öldürülmesini takiben Assos tekrar Perslerin işgaline uğradı. Strabon'un naklettiğine göre filozoflar Assos'dan kaçarak canlarını zor kurtardılar.

BÜYÜK İSKENDER ASSOS'U PERS EGEMENLİĞİNDEN KURTARIYOR
Assos'daki Pers yanlısı valilerin yönetimi, Büyük İskender'in Makedonya kralı olarak Helen birliğini oluşturması ve ünlü Asya seferine çıkmasına kadar devam etti. Böylece Assos Makedonya'lıların eline geçmiş oldu. Büyük İskender, kışı Anadolu'da Gordion'da ( Polatlı yakınında ) geçirip büyük ordusu ile Perslerin üzerine yürüdü. Böylece Yunan dünyasının 300 yıldır düşlediği olay gerçekleşiyordu. M.Ö. 333'de İskender, Pers'leri yenerek Anadolu'daki hakimiyetlerine kesin olarak son verdi.
İskender daha sonra Suriye ve Mısır üzerine yöneldi. Mısır, İskender'e teslim oldu. Tüm Mezepotamya'yı bir çırpıda ele geçirip Asya üzerine yürüdü. Asya'lıların imdadına tropik bir sıtma hastalığı yetişti İskender 33 yaşında ilk kez bu sıtmaya yenilip öldü. İskender'in ölümü üzerine fethettiği topraklar generalleri arasında pay edildi. Bu dönemi takiben Anadolu'da küçük Helenist krallıklar kuruldu. Assos, bu krallıklardan biri olan Bergama Krallığına bağlı olarak daha sonraki varlığını sürdürdü.
Bergama Krallığı M.Ö. 133'de vasiyet yolu ile Roma İmparatorluğu'na bağlandı. Böylece bir Roma kenti durumuna gelen Assos, Bizans egemenliği sırasında bir psikoposluk merkezi olmuştur. Assos'un adı Bizans döneminde değiştirilmiştir. Ramsay Ducas'ın naklettiğine göre, bir Bizans subayı olan Makhram'ın adına dayanılarak
Makhramion adını alan Assos'un, günümüzdeki adı olan Behramkale'nin bu isimden türediği sanılmaktadır. Assos, I. Murat ( 1362 - 1389 ) döneminde Osmanlı topraklarına katılmıştır.

ASSOS'DAN GÜNÜMÜZE KALANLAR
Assos kalıntıları kaba bir şekilde limandakiler ve şehirdekiler olmak üzere iki bölüme ayrılarak incelenebilir.

LİMANDAKİ KALINTILAR
Adramyttenos körfezinin giriş kısmında yer alan Assos limanında, bugün küçük tekneler tarafından kullanılan mendirek ve rıhtım, antik dönem kalıntılarının üzerine yapılmıştır. Antik limana ait antrepo ve benzeri yapı kalıntıları, daha önceleri gümrük binası ve depo olarak kullanılan yapıların yanında ve altında bulunmaktadır. ( Bu yapılar şu anda otel, bar vb olarak kullanılmaktadır. ) Günümüze görünür bir kalıntı ulaşmış değildir.

ŞEHİRDEKİ KALINTILAR

ASSOS SURLARI
Denize ve karaya hakim 238 m. yükseklikte bir kayalık üzerine kurulmuş olan Assos Akropolünün etrafı, uzunluğu 3 km. yi geçen surlarla çevrilidir. M.Ö. 400. yıla tarihlenen ve regtagonal bir teknikle örülmüş bulunan surlar, dikdörtgen prizma şeklinde kesilmiş taşlardan oluşmaktadır. Göz alıcı işçiliği ile Helen dünyasının Anadolu'daki en iyi korunmuş ve en sağlam duvar örneklerinden biridir.
Yer yer yüksekliği 20 m.yi bulan, iki esas ve yedi küçük kapının üzerinde yer aldığı surlar, biri yuvarlak olmak üzere kare planlı kulelerle takviye edilmişlerdir. Surlar üzerindeki kapılarda her biri ayrı biçimde yapılmış özgün bir mimari örneği gözlenebilir. Akrapolün büyük ana kapısı batıdadır. Kapıyı iki taraftan koruyan kulelerden doğudaki mazgala değin sağlam olup yalnız mazgal kısmı eksiktir. Günümüzde ayakta duran kesimin yüksekliği 14 m. kadardır.
Ana kapının kuzey - doğusunda yer alan küçük kapı eskiden olduğu şekli ile bugüne ulaşmıştır. Regtegonal teknikle yapılan surların M.Ö. 365'de masrafları Mousolos ve Autophradates tarafından karşılanarak yaptırıldığını ve şehrin M.Ö. 300'lerin ortalarında Galat akınlarından bu surlar sayesinde korunduğunu, Assos'un M.Ö.133'de bir Roma kenti olmasından sonra bu surların hiç kullanılmadıklarını biliyoruz.
Assos'da Akrapolü çevreleyen bu asıl surlardan farklı olarak bu surların içinde daha eski tarihlere ait bir sur kalıntısı daha bulunmaktadır. İçerdeki surlar, sur ve teraslama amacı ile yapılmış olup M.Ö. 600 yıllarına tarihlenmektedir. Ayrıca Behramkale köyünün bazı evleri yakınında ve Nekropol sahasının doğusunda da poligonal sur ve duvar kalıntılarına rastlanmaktadır. Yer yer Osmanlı ve Ortaçağ onarımı görmüş olan bu iç surlar üzerinde de kuleler bulunmaktadır.

ATENA TAPINAĞI
Akropolün en yüksek düzlüğünde Assos'un en önemli eseri olarak kabul edilen Atena tapınağı bulunmaktadır. Aka dininde bir kalkan tanrıça olan Atena, Yunanlılarda koruyucu bir tanrı olarak ünlenmiştir. 6 x 13 sütun sayılı olan Atena tapınağı Dor düzeninde inşa edilmiştir. Ancak bazı özellikleri bakımından İonik karakterler taşımaktadır.
M.Ö. 530 yıllarında andezitten yapılan tapınak bugün stylobat düzeyinde ayakta kalmıştır. Temel kalıntılarından peripteros planına sahip olduğunu anladığımız tapınak, 14.03 x 30.31 m. ölçülerindedir. Uzun ve derin bir cellası olan tapınakta pronoas bulunmasına karşın opistthodomos yoktur. 16 yivli sütun tarafından taşınan Dorik başlıklar yayvan ekinusları ile arkaik devir için güzel bir örnek oluştururlar.
Tapınağın ilginç yerlerinden biri de, üzerindeki kabartmalarla İonik özellikler gösteren architravdır. Karşılıklı duran sfenkslerin ortada yer aldığı architravın frizinde, Kentauroslar, Herakles ile Triton, Herakles ile Kentauros ve ziyafet sahnesi yer almaktadır. Sekiz tanesi ele geçen metoplarda da kabartmalar bulunmaktadır.
Bunlarda karşılıklı sfenksler, boğa üzerinde Europa, Kentauros gibi kabartmalar vardır. Bu kabartmalardan bugün çok azı İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Diğerleri Avrupa ve Amerika'nın çeşitli müzelerine dağılmış durumdadır.
Tapınağı cellasının içinde Helenistik döneme ait çakıl ve mozaik döşemeler kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Bu mozaikler yapının Helenistik dönemde de kullanıldığına işaret etmektedir. Bu mozaiklerden bugün görünür hiçbir iz yoktur.
Tapınağın sunağı ise, Bizans ve Ortaçağ döneminde buraya yeni yapılar inşa edilirken tamamen tahrip olmuştur. Atena tapınağından günümüze ulaşan, tapınağın temel taşları ve çok iyi korunmuş Dorik başlıkları ile çeşitli sütün parçalarının yanı sıra, güzelliğini hiç kaybetmeyen Edremit körfezinin eşsiz manzarasıdır.

GYMNASION
Agora ile büyük batı kapısı arasında gymnasion kalıntıları yer alır. Antik dönemde gençlerin düşünsel ve bedensel olarak eğitildikleri bir merkez olarak inşa edilen gymnasion, dört yanında kolonadları olan 32 x 40 m. ölçülerinde döşemeli bir avludur. Avlunun kuzey - doğu kısmında Bizans döneminde inşa edilmiş bir kilise, güney - batı köşesinde de bir sarnıç görülür. Gymnasion'un girişi güneydendir.
Girişe ait yarım daire biçimli üç basamak bugün görülmemektedir. Bu kapıya ait koniş ve epistyl üst yapı parçaları da bulunmuştur. Kapısından çok az parça ele geçen gymnasion'un entasisi olmayan sütunları andezitten, dor düzenindeki başlıkları da mermerdendir.
Başlıkların ekinusları düz profillidir. Assos gymnasion'u Helenistik dönemde yapılmış bir eser olup, Bergama kralları ve sanatçılarının eserlerinden etkilenerek oluşturulmuştur.

AGORA
Atena tapınağı ile deniz arasında kalan alanda doğu - batı doğrultusunda uzunlamasına bir yapı olan agora, 150 x 60 m. boyutlarındadır. Antik dünyada bir Pazar yeri olarak ticari özelliklerinin yanı sıra, resmi, adli ve dini fonksiyonları da bulunan agora, şehrin merkezinde yer alır.
Assos agorasının kuzeyinde ve güneyinde birer stoa yer almaktadır. Agorayı kuzey yönden sınırlayan Dor düzenindeki stoa iki katlıdır ve 111.5 x 12.4 m. boyutlarındadır. Stoanın sütunları oluklu olmayıp Bergama yapılarındaki gibi prizmatik ve 20 fasetlidir. Günümüzde stoanın arka duvarı üzerinde düz bir sıra halinde görülen delikler, ikinci katın tabanını taşıyan kalasların sokuldukları yerlerdir.
Güneydeki stoa üç katlıdır. Güney stoanın en üst katı ile kuzey stoanın birinci katı aynı seviyededir. Orta ve alt kat güneye açılıyor, üst kat ise hem agora meydanına hem de denize bakıyordu. Assos'lular istedikleri zaman kuzey stoanın üst katında salonda ve güney stoanın 3. Katının güney bölümünde oturarak yada gezinerek serinliyorlar ve Edremit körfezinin güzel manzarasını seyrediyorlardı.
Güney stoanın orta katında kapalı bir çarşı oluşturan 13 dükkan yer almaktaydı. Orta katın güney yüzünde pencereler bulunuyordu. Bodrum katında ise, biri 41.60 x 2.75 m. diğeri 14.85 x 2.37 m. ölçülerinde iki sarnıç ve 13 adet banyo odası vardı.
Agoranın batı ucunda, agoranın batı ana giriş kapısı yanında agora mabedi yer almaktadır. Ele geçen bir yazıtta, kente yaptığı hizmetlerden ötürü Assos halkının bu yapıyı Hephaistogenes'in oğlu Kallisthenes onuruna inşa ettikleri öğrenilmiştir. Roma döneminde yapılan bu yapı daha sonraki devirlerde kiliseye dönüştürüldüğü için yapının gerçek durumu hakkında kesin bilgilere sahip değiliz.
Agoranın resmi yapıları doğu kısımdaki dar alana toplanmıştır. Antik Yunan'da kent meclisinin toplantı binası olan Boluleuterion kapalı bir binaydı. Hemen onun önünde konuşmacılar için bir Bema ve bazı diğer yapılar, heykeller ve diğer küçük yazılı anıtlar yer almaktaydı.
Agoraya batı yönünden kemerli geniş bir kapıdan giriliyordu. Bu kapının sağ ve sol arkalarında sokağa bakan, günümüzde temellerinden bazıları görülebilen dükkanlar yer almaktaydı. Buluntulardan bu dükkanların çok kaliteli mallar sattıklarını biliyoruz.

TİYATRO
Agora ile deniz arasında at nalı şeklinde orkestrası bulunan tiyatro yer almaktadır. Yüz yıl kadar önce sağlam olan yapı bugün acınacak durumdadır. M.Ö. 3. yüzyılda inşa edilmiş olup Roma döneminde yenilenmiştir. Tiyatronun yakınında Roma hamamı bulunmaktadır.

NEKROPOL
Arkaik devirden Roma çağına kadar kullanılan ana giriş kapısına gelen yolun her iki yanı lahitler ve büyük mezar anıtları ile dolu olan nekropol alanıdır. Bugün de sandukası sağlam kalabilmiş andazitten yapılma lahitler görülebilmektedir. Ana batı kapının biraz kuzeyinde görülen kemerli yapı, Puplius Varius'un mezarına ait kalıntılardır. Batı kapısından çıkan bu yol, Satnioenis çayına kadar devam etmektedir.

ASSOS'DAKİ OSMANLI ESERLERİ
Akropolün kuzeyinde bir ortaçağ kulesinin önündeki küçük cami I. Murat döneminde yapılmıştır. Satnioneis çayı ( Tuzla Çayı ) üzerindeki sivri kemerli köprü de 14.yy'dan kalma bir Osmanlı yapısıdır.
YAZAN :
YAVUZ İŞÇEN
HAZİRAN 1990


Araştırma Yazılarına Dönmek için tıklayınız...