ÇOK PINARLI İDA
( KAZ DAĞLARI )


Yolunuz bir gün İda'ya düşerse, çam kokuları taşıyan ılık rüzgarın kulağınıza bir şeyler fısıldadığını hissedersiniz. Bu tanrıların tanrısı Zeus'un sesidir. Bin yıllar önce tanrıça Rhea onu İda'ya bırakmıştır. Kocası Kronos yemesin diye. Zeus'u büyüten dağ perileri bugün de sağınızda solunuzda dolaşıyordur İda'da.
Biraz ilerde Paris'le karşılaşırsınız. Troia kralı Priamos'un ünlü oğludur Paris. Onu da bir zamanlar İda'ya bırakmışlardır tanrı Zeus gibi. Anadolu'nun en eski şehirlerinden birinin Troia'nın mahfına neden olmasın diye. Dişi bir ayı beslemiştir Paris'i, dağ perisi Oinone'ye aşık olana kadar. Yolunuz bir gün İda'ya düşerse zirvesine mutlaka çıkın.
Derin bir soluk alın orada. Binlerce yıl geçmişten binlerce yıl geleceğe uzanan tarihtir içinize çektiğiniz İda'da. Tanrılar tanrısı Zeus, şu an sizin bulunduğunuz yerden seyretti ünlü Troia savaşını. Yüzünüzü Troia kıyılarına çevirin. Bin yıllar önce Akha ordusunun yaktığı ateşlerin sıcaklığını hissedeceksiniz. Patlamaya hazır bir savaşı haber verecek bu ateşler size. Biraz sonra Akhilleus geçecek yanınızdan, ağır miğferi ve pırıl pırıl zırhları ile gözlerinizi kamaştırarak. İda'dan Skamandros nehrinin kaynağını bulmadan sakın dönmeyin. İda'nın eteklerine yakın bir yerden çıkar Skamandros. Biraz önce yanınızdan geçen Akhilleus'u önüne kattığı gibi kovalayan bu Skamandros'dur. Buz gibi suyundan için, bir zamanlar Herakles kendi elleri ile kazıp çıkartı bu suyu. Ay ışığında saçlarınızı yıkayın Skamandros'da, altın sarısı olacaktır renkleri. Gerdek gecesi öncesi tüm Troia kızları bu sularda yıkandı unutmayın.
Yolunuz bir gün İda'ya düşerse, bir şeylerin düğümlendiğini hissedersiniz yüreğinizde. Gözleriniz dolu dolu olur. Hektor ile Andromakhe'nin tüyler ürperten hikayesidir burada yaşanan. Toros dağları eteklerinde Klikya bölgesinde bir kralın kızıdır Andromakhe. Akhilleus'un savaş meydanında boğazına kargısını sapladığı Hektor kocasıdır onun. Yenilgiden sonra Troia'nın en yüksek surundan aşağı atılmak sureti ile ölüme mahkum edilen onun, bebek yaştaki oğludur. Şimdi Akhalılar şişkin karınlı gemileri ile onu, köle pazarına satmaya götürmektedirler. Kulaklarınızda şimdi duyduğunuz onun sesidir. Bu ses, bin yıllardır İda'nın kırkayağı andıran tepelerinde yankılanmaktadır.
Yanağınızdan süzülen , onun göz yaşlarıdır şimdi. İnsanı ürperten derin bir sevgidir Andromakhe'nin duyduğu. O koca destanda İlyada'da yakalayabileceğiniz belki de tek gerçek sevgidir bu. Yolunuz bir gün İda'ya düşerse demiyorum artık. Çünkü insanın yolu durup dururken İda'ya düşmez biliyorum. Gelip geçerken ayak üstü uğranıverecek bir yer değildir İda. O, bu tür gelgeç yolculardan sırların bütün ağırbaşlılığı ile saklar. Acıları, yoksullukları, aşkları, öfkeleri, nefretleri, sevgileri, kahramanlıkları ve entrikaları ile aslında yaşamın kendisidir İda.
Bugün Andromakhe'nin yüreğini tutuşturan sevgiyi gerçekten anlayabiliyorsanız ve bu sevgiyi içinizde derinden hissedebiliyorsanız eğer, yolunuz bir gün İda'ya düşecektir mutlaka. İşte o gün yüce İda, sizi bağrına basacak ve sırlarını yalnız size açacak. İyi dinleyin. Kulağınıza bin yıllar ötesinden gelen bir şeyler fısıldayacak usulca. Başkalarının anlamadığı ve hissetmediği bir şeyler.

ZEUS TROIA SAVAŞINI İDA'DAN SEYREDER
Öyle bildiğiniz arabalardan değildir tanrı Zeus'un arabası. Ne de olsa tanrıların tanrısı Zeus'dur o. Altın yeleli tunç ayaklı atlar işlemeli altın kamçının şaklamasını beklerler göklere doğru uçmak için. İşte böylesi bir araba ile Zeus İda'nın yolunu tutar bir gün. Oysa Akha orduları çok önceden gelmişlerdir Troia kıyılarına. Yakılan savaş ateşleri, Ege'nin mavi sularına demir atmış bin gemilik Akha filosunu gün gibi aydınlatmaktadır. İda'nın doruğu Gargaron'dadır Zeus'un tapınağı ve güzel kokulu sunağı. Tanrıların tanrısı atlarını burada durdurur, göz kamaştırıcı çalımıyla oturup, Troia kıyılarını ve Akha'lıların gemilerini süzmeye başlar İda'dan.
Bu Zeus'un İda'ya ilk gelişi değildir. Grit'te bir İda dağında başlayan macerası Anadolu'da başka bir İda dağında sürüp gitmektedir. Rhea, Zeus'un annesidir. Anadolu'nun matriyarkal tanrısı olan Kybele'ye Grit'liler Rhea demektedirler. Rhea, Kronos ile evlidir. Zeus, bu evlilikten olan altı çocuktan sonuncusudur. İkinci kuşak tanrılar üzerinde egemenlik kurmuş olan Kronos'un kendi oğullarından birine yenilmek gibi kötü bir yazgısı vardır. Bunu bilen Kronos, doğan bütün çocuklarını yutmaktadır. Ancak tanrıça Rhea son çoçuğu olan Zeus doğduğunda bir oyunla kocasına taş yutturur ve Zeus'u Grit'teki İda dağında bir mağaraya saklar.
Zeus, burada su perileri Nymphalar tarafından büyütülür. Söz konusu tanrı bile olsa değişmeyen kader bir gün Kronos'un da karşısına dikilir. Zeus, babasının egemenliğine son verip, tanrılar üzerinde kendi egemenliğini kurar. Bu aynı zamanda ikinci kuşak tanrıların sonu ve üçüncü kuşak tanrıların yeni Olympos tanrılarının başlangıcıdır.
İste bu şekilde tanrıların tanrısı olan Zeus, daha sonra kıskanç karısı Hera ile evlenmek için her nedense Anadolu'daki İda dağına gelir. Yapılan düğün kırk gün kırk gece mi sürmüş bilinmez ama söylentiye göre toprağı dölleyici yağmur, böylelikle ilk kez toprağa karışmıştır.
Daha sonraları da sık sık İda'ya gelip gittiğini bildiğimiz Zeus, bugün daha farklı bir nedenle, Akhalılar ile Troialılar arasındaki ünlü Troia savaşını seyretmek ve hatta yönetmek için buradadır. Yönetmek için diyorum çünkü Zeus fanatik bir taraftar olmamakla birlikte pasif bir izleyici de değildir bu savaşta. Yer yer savaşa müdahale eder, komutanlarla konuşur, haberler uçurur, işmar eder. Üstelik Zeus bu savaşta tarafsız da değildir. Karısı Hera'nın bütün karşı çıkmaları ve Akhalıları desteklemesine karşın o, açık açık Troialılardan yana saf tutar. Ancak mitolojilerde sonlar önceden belirlenmiştir. Tanrılar tanrısı Zeus bile bunun için Troia'nın acı sonunu değiştiremez. Yenilgi kaçınılmazdır.

TROIA KRALI PRIAMOS
Zeus'un İda'nın zirvesine oturup Troia savaşını seyre koyulduğu sırada Troia'nın başında kral Priamos vardır. Homeros'un İlyada'sında, elli oğul ve on iki kız babası yaşlı ve saygıdeğer bir kraldır Priamos. Troia ise, zaman zaman tanrıların bile gazabına uğramış bahtsız bir şehirdir. Babası Laomedon ve tüm kardeşlerinin öldürülüşünü hayal meyal hatırlar Priamos. Troia surlarının ilk kez yıkıldığı o gün küçücük bir çocuktur henüz. Yazgısı ona yaşlılığında Troia surlarının ikinci kez yıkıldığını da gösterecektir. Gelin bu olayın nasıl gercekleştiğini hep beraber izleyelim.
Troia şehrini Ilos'un kurduğu söylenir. Onun adına Troia'ya bugün Ilion'da denilmektedir. Ilos, Dardanos'un torunudur. Dardanos ise Zeus'un bir oğludur. Büyük bir kraldır Dardanos, antik dünyanın en yüksek tümülüslerinden biri olan mezarı onun adına bugün Anadolu'da yükselmektedir. Düzenbaz ve sözünde durmayan bir kral olarak tanılan Laomedan ise, Troia'nın kurucusu Ilos'un oğludur. Kral Laomedon düzenbazlıkta öyle bir ileri gitmiştir ki, zaman zaman tanrıları bile kandırabilmeyi becermiştir.
Troia'nın başına gelen ilk felaketler de hep kral Laomedon'un bu yalancılığından gelmiş. Bir keresinde tanrı Apollon'u görevlendirmiş, İda dağının yemyeşil yamaçlarında sığır ve at sürülerini otlatsın diye. Ancak sonradan tanrıya bu hizmeti karşılığı vermeyi vaad ettiği şeyleri yerine getirmemiş. Aynı şeyi tanrı Poseidon'a karşı da yapmış ve Troia surları örmesi karşılığında vereceğini söylediği ücreti ödememiş. O güne kadar hizmette kusur etmeyen tanrılar sonunda kızmışlar. Apollon şehre bir veba salgını, Poseidon ise bir deniz canavarı göndermiş. Böylece Troialılar bir yandan hastalıktan kırılırken diğer yandan da canavara yem olmuşlar.
Troia'nın ileri gelen kahinleri bu duruma çare olarak, tanrıların öfkesini dindirmek üzere Laomedon'un kızı Hesione'nin Poseidon'a kurban edilmesi gerektiğini söylemişler. Sonuçta kahinlerin dediği olmuş, Hesione tam Poseidon'un canavarına kurban edilecekken Herakles çıkagelmiş. Kral Laomedon, canavarı öldürmesi karşılığı Herakles'e bir zamanlar İda dağında tanrı Apollon'un otlattığı at sürüsünü vermeyi teklif etmiş, o güne dek bir çok canavarı haklamış olan Herakles teklifi kabul etmiş ve canavarı öldürmüş. Ancak kendisine verilen sözün tutulmadığını görünce fena halde bozulup Troia'ya karşı savaş açmış bir grup Yunanlıyı da yanına alıp Poseidon'un ördüğü Troia surlarını ilk kez Herakles saldırıp yıkmış. Şehre girdikten sonra kral Laomedon'u ve bütün oğullarını öldürmüş. Laomedon'un oğullarından en küçüğü olan Priamos, ablası Hesione'nin yalvarmaları karşılığı canını kurtarabilmeyi becermiş. Herakles yalvar yakar canını bağışladığı küçük Priamos'u babasının yerine Troia'nın başına geçirmiş. İşte Homeros'un Ilyada'sında ağır başlı, insan yürekli yaşlı bir kral olarak karşımıza çıkan Priamos, bu Priamos'dur.
Priamos, Sangarios ( Sakarya ) ırmağının bir kızı olan Hekabe ile mutlu bir yuva kurmuş gençliğinde. On dokuz çocuk doğurmuş Hekabe Priamos'a. Hekabe ilk oğluna Hektor adını vermiş, ikinci oğluna ise Paris. Homeros'un Ilyada'sında bol bol adı geçecektir Hektor ile Paris'in. Hektor Troia savaşında Troia'nın en güçlü kahramanıdır. Savaş meydanında Akhilleus tarafından boğazına kargı saplanarak öldürüleceği güne kadar mutlu günler yaşamıştır karısı Adromakhe ile. Paris ise Akha'lı güzel Helena'yı kaçırdığı için mahfına neden olacaktır Troia'nın. Yaşlı kral Priamos, ömrünün son günlerinde her iki oğlunun da acı bir şekilde öldürülüşünü seyreder Troia surlarından.

PRIAMOS'UN OĞLU PARIS IDA'DA ÇOBANLIK YAPAR
Paris bir kral oğludur. Kral gibi olmasa bile kral oğlu gibi yaşamak onun da hakkıdır. Öyleyse bu çobanlık hikayesi nereden çıkıyor diyeceksiniz ? Bakın anlatalım.
Troia Kralı Priamos'un karısı Hekabe, Paris'e gebe iken rüyasında karnından çıkan bir alevin Troia surlarını sardığını görür. Bu rüya ile birlikte rüya yorumcuları da işe karışır. Doğacak çocuğun şehrin yıkımına neden olacağını bu durumdan kurtulabilmek için çocuğun doğduktan sonra öldürülmesi gerektiğini söylerler. Zavallı Paris'in henüz bunlardan haberi yoktur. İyi yürekli kral Priamos, oğlu doğduğunda ona acır ve öldürülüşünü görmek istemez. Bebek İda dağına bırakılması için bir çobana verilir. Çoban Agelaos bebek Paris'i götürüp İda dağına bırakır. Aslanlar ve parslar hakkından gelir diye düşünülür.
Bugün hala öğlemidir ? bilemiyorum ama Homeros'un anlattığı dönemlerde İda dağı aslanların parsların dolaştığı bir yerdir. Ancak aslanlar ve parslar bulmadan önce dişi bir ayı bulur Paris'i ve beş gün süre ile emzirir. Altıcı gün çoban Agelaos bebeği ölmemiş olarak görünce onu alıp evine götürür. Diğer çoban çocukları arasında büyür Paris. İda dağının yemyeşil yamaçlarında at ve sığır sürülerini otlatır, kral Priamos'un oğlu olduğunu bilmeden. Çoban Agelaos başına geleceklerden korktuğundan olmalı ki bu sırrı ondan saklar.
Ne var ki, Paris yakışıklılığı ve yiğitliği ile kısa zamanda dikkatleri üzerine çekmeyi başarır. Sürüleri çok iyi koruduğu için ona koruyucu anlamına gelen Aleksandros adını takarlar. Paris'in yakışıklılığı Skamandros'un kızı su perisi Oinone'nin de gözünden kaçmaz. Birbirlerini delice sevip evlenirler. İda'nın yemyeşil ormanlarında dolaşıp mutlu günler yaşarlar birlikte.
Bu mutluluk, üç tanrıçanın İda'ya gelip kimin daha güzel olduğunu Paris'e sormalarına kadar devam eder. Paris, Aphrodite'yi seçer. Aphrodite böylece tanrıçalar arasında yapılan dünyanın ilk güzellik yarışmasında birinciliği kazanmış olur. Yarışma öncesi, kazanması halinde Paris'e dünyanın en güzel kadınını bulması konusunda yardım edeceğine söz verir. Bu kadın, Sparta kralı Melanaos'un karısı ve antik dünyanın en güzel kadını olarak bilinen Helena'dır.
Paris, Helena'yı nasıl bulacağını kara kara düşünürken Troia'da bir yarışma düzenlendiğini haber alır. Yarışmanın ödülü İda dağında yetiştirilmiş bir boğadır. Paris Troia'ya gider ve yarışmayı kazanarak boğaya sahip olur. Bu arada kardeşleri kendisini kıskanır ve öldürmek isterler. Paris kaçarak Zeus'un tapınağına sığınır. İşte tam bu sırada kız kardeşi kahin Kassandra onun kim olduğunu anlar ve durumu babası krala bildirir.
Kral Priamos ve karısı Hekabe, öldü zannettikleri oğullarını karşılarında sağ salim görünce çok sevinip onu saraya alırlar. Böylece Paris İda dağında çobanlıktan kurtulup sarayda yaşamaya başlar. Ancak gel gelelim Helena'yı bulma fikrini bir türlü aklından çıkartamaz ve ilk bulduğu fırsatta Yunanistan'ın yolunu tutup Helena'yı bulur. Tanrıça Aphrodite'nin de yardımı ile Helena'yı kaçırarak Troia'ya getirir.
Paris Helena'yı kaçırırken hiç düşünmemiştir, bir gün Akhalıların güzel Helena'yı geri alabilmek için bin gemilik bir filo ile gelip Troia kıyılarına demirleyeceklerini. Tanrılar tanrısı Zeus, İda'nın zirvesinden iste bu gemileri süzmektedir şimdi.

DÜNYANIN İLK GÜZELLİK YARIŞMASI IDA'DA YAPILIYOR
Troia kralı Priamos'un oğlu Paris, İda'da çobanlık yaparken bir gün karşısında birbirinden güzel üç güzel tanrıçayı görüverir. Bunlan Hera, Atena ve Aphrodite'dir. Tanrıçalar Paris'ten içlerinden en güzel olanı seçmesini isterler. Öyle zor bir seçimdir ki bu, Paris ne yapacağını şaşırır. O kimde karar kılacağını düşünürken biz de olayın perde arkasını araştıralım.
Herşey deniz tanrısı Nereus'un kızı Thetis'in evlilik töreninde başlar. Tanrıça Thetis güzel bir kadındır. Vakti zamanında tanrı Zeus bile gönül vermiştir ona. Ancak Thetis'in doğuracağı çocuğun babasından daha güçlü olacağı yolunda bir söylenti dolaşmaktadır etrafta. Tanrı Zeus kendisinden daha güçlü bir oğlu olup da yerinden olma riski ile yaşamaktansa uçkuruna sahip olup Thetis ile evlenmekten kaçınır. Görüyoruz ki şu koca dünyada tanrılar bile koltuk derdinde. Her neyse efendim bunun için ölümlü insanlar arasından bir koca aranmış Thetis'e. Üvey kardeşi ile kaynatasının katili yarı gezgin, yarı kaçak Paleus'u uygun görmüşler her nedense !
Paleus ile Thetis'in düğünleri, tanrıların mekanı Olympos dağında mükemmel bir törenle kutlanmış. Masanın başına Zeus oturmuş, bir yanına gelin bir yanına da damat eğlenceler başlamış. Bir tatsızlık çıkarmasın diye kavga tanrıçası Eris düğüne davet edilmemiş. Ancak Eris kendisine düğün davetiyesi gönderilmemesine fena bozulmuş ve düğün gecesi bir oyun oynamaya karar vermiş. Altın bir elma üzerine " En Güzele " yazarak düğün masasında Zeus'un önüne bırakmış. Masadaki bütün tanrıçalar tabi ki elmanın kendisine ait olduğunu ileri sürmüş ve bir patırtıdır kopmuş.
Zeus'un işin altından nasıl kalktığını anlatmadan önce, masaya bırakılan elmanın hikayesini kısaca aktaralım. İşin bu noktasında gene Herakles'le karşılaşıyoruz. Herakles, "Akşam Kızlarının Bahçesi " olarak bilinen, dünyanın bir ucunda güneşin battığı yerde, Atlas'ın gök kubbeyi taşıdığı bölümde bulunan bu bahçeyi koruyan yüz başlı ejderle giriştiği kavgadan galip ayrılmış ve Atlas'ı da ikna ederek bahçeden üç elma almayı başarmış. Diğer iki elmaya ne oldu bilemiyorum ancak elmalardan biri kavga tanrıçası Eris'in eline geçmiş. İşte düğün gecesi masaya Zeus'un önüne koyulan altın elma bu elmadır.
Güzel kadınlardan hayli iyi anlayan Zeus, tanrıçalar arasında ilk elemeyi yaparak Hera, Atena ve Aphrodite'yi ayırmış. Bu üç güzelden birini seçme sorumluluğunu ise İda'da çobanlık yapan Paris'e bırakmış her nedense ? Böylece üç tanrıça ilk güzellik yarışmasına ev sahipliği yapacak olan İda dağının yolunu tutup Paris'i aramaya başlamışlar. Paris'i bulur bulmaz elmayı eline tutuşturup en güzel olana vermesini istemişler.
Paris kara kara düşünmeye başlamış. Her tanrıça kendisini seçmesi karşılığında yüklü bir rüşvet teklif etmiş Paris'e. Hera, Asya krallığını, Atena, yiğitlik başarı ve insan üstü aklı, Aphrodite ise en güzel dünyalının sevgisini vereceğini söylemiş. Paris fazla düşünmeden elmayı Aphrodite'ye uzatmış. Böylece Aphrodite dünyanın ilk güzellik kraliçesi seçilmiş İda'da.
Paris'in başına ne geldiyse bundan sonra gelmiş. O dönemde dünyanın en güzel kadını olarak ünlenmiş olan, Helana'yı arayıp Yunanistan'da bulmuş ve tanrıça Aphrodite'nin de yardımı ile kaçırarak Troia'ya getirmiş. Sen git Sparta Kralı Menelaos'un karısını kaçır getir. Adamın yanına bırakmazlar elbet. Helena'ya evlenmeden önce bütün Akha'lı yiğitler talip olmuş.
Helena'nın babası bu kadar koca adayı arasında seçim yapamamış ve seçimi kızına bırakmış. Ancak tüm koca adaylarından, Helena kimi seçerse seçsin, o adam bir haksızlığa uğrarsa onu destekleyecekleri konusunda yemin etmelerini istemiş. Helena'nın kaçırılmasından sonra tüm Akha'lı yiğitler yeminlerini tutup kral Agamennon komutasında bin gemilik bir filo ile Helena'yı geri almaya gelmişler Troia kıyılarına. Troia kralı Priamos ve oğlu Paris vermek istememişler güzel Helena'yı Akha'lılara. İşte bu nedenle başlamış ünlü Troia savaşı.

SKAMANDROS VE AKHILLEUS
Troia savaşında iki büyük kahraman vardır. Bunlardan biri Troia'lı Hektor, diğeri ise Akha'lı Akhilleus. Bu savaş her iki kahramanın da ölümünü getirecektir. Oysa Akhilleus'un annesi Thetis, oğlu doğduğunda çok uğraşmıştır onun ölümsüz olması için. Akhilleus ile ilgili o kadar çok efsane vardır ki, doğumundan ölümüne bütün hayatı ile Yunan mitolojisine en çok konu olmuş kişilerden biridir Akhilleus. Homeros'un İlyada'sı bile Troia'nın değil, Akhilleus'un destanıdır sanki.
Akhilleus, Zeus'un masasına üzerinde "en güzele" yazılı altın elmanın koyulduğu o ünlü düğünde evlenen Thetis ile Paleus bir oğludur. Akhilleus'un annesi tanrıça Thetis, bir ölümlü ile evlendirilmeyi hiç istemez. Ama ne yapsın ki emir büyük yerden gelmektedir. Deniz kızlarına özgü niteliğini kullanıp kılıktan kılığa girerek evlenme işlemlerini engellemeye çalışsa da sonuçta bu evliliğe razı olur. Thetis ile Paleus'un birçok çocukları olur, Thetis çocuklarının da kendisi gibi ölümsüz olmalarını istemektedir.
Bunun için doğan çocuklarını gövdelerindeki ölümlülük tohumlarını yok etmek için ateşe tutar. İlk altı çocuk bu şekilde ölür. Yedinci çocuğu olan Akhilleus da aynı şekilde ateşe tutulur. Ancak kocası durumu görüp Akhilleus'u ölümden kurtarır. Bu olaydan sonra Thetis ve Paleus'un arası açılır ve Thetis tekrar denizlerin dibine döner, bir daha da kocasıyla görüşmez. Olaydan üçüncü derecede yanıklarla kurtulan Akhilleus diğer at adamlara benzemeyen ve hekimlikten anlayan Kheiron tarafından tedavi edilir. Tedavi işlemleri sırasında hızlı koşması ile ünlü bir devin iskeletinden alınan ayak kemiği, Akhilleus'a nakledilir. Akhilleus hızlı bir koşucu olmasını bu kemiğe borçludur. Bu kemik ona Troia Savaşı'nda Skamandros'dan kaçarken çok lazım olacaktır.
Akhilleus'la ilgili olarak anlatılan efsanelerden biri de Skamandros Nehri ile ilgilidir. İda Dağı'nın eteklerinden çıkan Skamandros, Zeus'un oğlu büyük bir tanrı olarak kabul edilir. Skamandros'un bir adı da Ksantos yani Kızılsu'dur. İçinde yıkanan koyunların tüylerini kızıllaştırdığı için bu ad verilmiş ona. Bir anlatıma göre Aphrodite, güzellik yarışmasında Paris'in önüne çıkmadan önce saçlarına kızıl bir renk vermek için başını bu nehirde yıkamış.
Skamandros Nehri'ni yiğit Herakles'e borçluyuz. Herakles, herhalde yaptığı bir iyilikten sonra epeyce susamış ve Zeus'tan su istemiş. Zeus da bir işaretiyle yerden bir pınar fışkırmasını sağlamış. Herakles kana kana bu sudan içmiş. Harareti kesilmemiş olacak ki kaynağı iyice kazmış. İşte Skamandros Nehri işte böyle akmaya başlamış Troia Ovası'na doğru.
Troia Savaşı'nda Akhilleus başlangıçta Kral Agamennon'a kızdığı için savaşa katılmaz. Ancak en yakın arkadaşı Patroklos, Hektor tarafından öldürülünce Akhilleus çılgına döner ve tekrar savaşa girer. Troialıları bir bir kılıçtan geçirmeye başlar. Ölüleri de Skamandros Nehri'ne atar. Nehirde üst üste yığılan ölüler öyle bir çoğalırlar ki, Skamandros akamaz olur. Nehir Akhilleus'a ölüleri başka yere atmasını söyler. Akhilleus bu sözleri dinlemez ve Troialıları üst üste yığmaya devam eder.
Bunun üzerine ırmak tanrı ile yiğit arasında yaman bir çatışma olur. Irmak kızar ve ovaya taşarak suları ile Akhilleus'u kovalamaya başlar. Bu yetmiyormuş gibi Skamandros, Simois Irmağı'nı da yardıma çağırır. Troia Savaşı'nda baştan beri Akhalıları destekleyen Zeus'un karısı Hera, yiğidin yardımına koşar ve Hephaistos'u ateşle ırmakların üzerine gönderir. Ortalığı ateş kaplar. Irmaklar pes eder. Böylece ateş suyu yenmiş olur.
YAZAN :
YAVUZ İŞÇEN
MAYIS 1990


Araştırma Yazılarına Dönmek için tıklayınız...