Hikaye # 1
GERİ ÇEVİRME ( By : KAFKA )
Güzel bir kıza rastlayıp : " Ne olur , benimle gel ! " diye rica ederim de , kız yanımdan suskun geçip giderse , bu davranışıyla şöyle demek ister gibidir :
" Sen , görkemli bir isimle donanmış bir prens degilsin. Bir Kızılderilinin boyu posuyla , dinginlik içinde yatay gözler , çimenlerin ve çimenler içinden akıp
giden ırmakların havasına doymuş tenle geniş bedenli bir Amerikalı da degilsin. Sen , bilmem nerdeki büyük göllere dogru bir gezintiye çıkmadın ; bu
göller üzerinde dolaşmadın. O halde , niçin benim gibi güzel bir kız , seninle gelsin , rica ederim."
" Unutuyorsun ki , seni uzun soluklu atılımlarla sokaklar içinde yalpalar vurarak taşıyıp götüren bir araba yok altında ; dar giysiler içine tıkılmış , senin için
mutluluk sözleri mırıldanan ve çevrende yarım ay yapmış yanıbaşında yürüyen beyler de görmüyorum. Gögüslerin korsa içine güzelce yarleştirilmiş ; ama
bacakların ve kalçaların , gögüslerinin katlandığı yoksunluğun acısını çıkarır gibidir ; geçen sonbahar hepimizi sevindirmiş taftadan plili giysi var üzerinde ;
ama yine de - vücutta büyük tehlike- gülümsüyorsun arada bir. "
"Evet , ikimiz
de haklıyız ; bu yüzden en iyisi , böyle olduğunun kesinlikle bilincine varmamak
için , her birimizin tek başına evine yollanmasıdır , öyle değil mi ? "
Hikaye # 2
KARARLAR ( By : KAFKA )
Perişan bir durumdan belini doğrultabilmek için fazla bir enerji gerekli degil sanırım. Oturduğum sandalyeden koparıp alıyorum kendimi; masanın
çevresini dolaşıyor, başımla boynumu devingen duruma sokuyor, gözlerime ateşli bir ifade oturtup çevrelerindeki kasları geriyorum. İçimdeki bütün
duygulara karşı koyarak, şu anda gelmeye görsün. A'yı büyük bir coşkuyla karşılayacak, B'nin odamdaki varlığına nazik katlanacak, C'nin söylediği sözleri
bütün eza ve cefasına karşı uzun soluklarla içime çekeceğim.
Ama böyle olabilse de, içine düşüleceği kuşkusuz her yanılgıyla her şey, Kolay ve Zor, bir an gelip durakalacak, ben de çember içinde gerisin geri çark
edaceğim?
Bu yüzden en iyisi her şeyi sineye çekmek, ağır bir kitle gibi davranmak, rüzgarın önüne kattığı bir nesne gibi kendini hissetmek, bir ayartıya uyup da
gereksiz bir adım atayım dememek, başkalarına hayvansı gözlerle bakmak, pişmanlık duymamak, sözün kısası yaşam denilen hayaletten artakalmış ne
kadar cılız nesne varsa hepsini kendi elinle çökertip ezmek, yani o en son gömüt sessizliğini daha da çoğaltmak ve ortada bir başka şeyin varlığına izin
vermemek.
Böyle bir durum için
karakteristik bir devinim, serçe parmağın kaşlar üzerinde gezinmesidir.
Hikaye # 3
KUZU VE YOLDAKİ KARINCALAR ( BY : Devrim ERBOYACI )
I. BOLÜM
Masum
gözlü genç ---- " Bir kuzu görüyorsun ve ona doğru koşarken yoldaki karıncaları
eziyorsun ."
Masum gözlü genç yanımdaki sandalyede oturuyordu , masaya koyduğu kollarını
yavaşça kaldırıp karnının üstüne yerleştirdi. Öne eğik başını bir an kaldırp
gözlerime bakmaya başladı. Söylediginden pişman olmuş bir hali vardı. Uzun
süre öylece kaldık...
Sınırlarda gezinen--- "Hediye paketlerini severim. Üstelik kurdelası
da çok hoş görünüyor. Ne var ki şu an açmaya cesaretim yok. Kaldıramayacağım
bir süprizle karşılaşamayacak kadar yorgunum. Ama bir yandan da insan, hatalarının
önüne böyle güzelce paketlenmiş halde konulduğunu görünce heyecanlanıyor doğrusu.
Biraz yardım et ve içindekini tarif et."
Masum gözlü genç--- " Sigara var mı ? .... Ateş ?....
Söylediğim şeyi unut , saçmaladım. Daha kendimi bile tanımazken senin hakkında
bu kadar iddalı bir yorum yapmam tam anlamıyla ukalalıktı. Üstelik söylediğimi
destekleyecek hiç bir şey yok elimde. Böyle bir yoruma da hakkım yoktu. Lütfen
unut ve kafana takma." Dedi ve yatağa uzandı başı öne eğik. Öylece sigarasını
bitirdi. Onca zaman hiç yüzüme bakmadan.
Sınırlarda gezinen--- "Tamam! Şimdilik geçiyorum ama tekrar ele alırız.
Öyle es geçilecek bir cümle değildi söylediğin. Ama bugün yeterince hassasım".
Bir şey anlatacağımı anlamış olmalı ki, yüzüme bakmaya başladı.
Sınırlarda gezinen--- " Kirayı yatırmak için bu sabah çarşıya indim.
Bankaya girmek üzereydim ki bir arkadaşı gördüm. Böyle bir yüz onda pek alışık
olmadığım bir durumdu. Donuktu yüzü ve bakışları buğulu. Sen tanımazsın bizim
Koray'ın babası vefat etmiş, o da cenazeye yetişmeye çalışıyormuş. Beraber
gittik mezarlığa."
Masum gözlü genç artık başka bir bakışla öylece bana bakıyordu. Ne hissettiğini
anlamak çok güçleşir . Biraz sinirli, ve yargılayıcı bakar gözlerinizin tam
içine. Ve siz kendinizi sorumlu hissedersiniz. Onu tanımıyorsanız konuşmanıza
devam etmeniz gerçekten ğüçleşir. Ben alışık olduğumdan devam ettim.
Sınırlarda gezinen--- "Böyle anlarda ne yapacağımı hiç bilemem : elim
ayağıma dolaşır . hareketlerim de manasızlaşır. Anlık ve hızlı hareketler
yaparım. Bogazımda da bir yanma olur. Ne zor anlardır. Ne denebilirdi ki ,
ölüm işte ; herşey bir anda donar kalır. Bir şeyler yapmanın , söylemenin
ihtiyacı kaplar bütün vucudunu ama tıkanır kalırsın bilirsin boştur."
Başımı öne eğerek ve daha kısık sesle anlatmaya devam etim.
Sınırlarda gezinen--- "Koray yıkılmış görünüyordu. Hiç bir şey diyemeden
cenazeyi gömdükten sonra ayrıldım. Bir köşede saatlerce oturdum kaldım. Bulduğum
birazcık gücün hepsini eve gelebilmek için kullandım"
Bir an masum gözlü gence baktığımda fark ettim ikimizin de ağladığını. İkimizde
kendi içimize daldık. Hiç konuşmadan uzun süre oturduk.
Masum gözlü genç--- Saat kaç ?
Sınırlarda gezinen--- 7 . 58
Masum gözlü genç --- Ben çıkıyorum bir şey diyecek misin ?
Sınırlarda gezinen --- Masanın üstündekileri almayı unutma. Hazırladım ; şu
köşedeler. Patiğin, kaset ve Poe'nin hikayeleri. Morella bayağı sarstı. Neyse
sonra konuşuruz.
Masum gözlü genç --- Bu odadan bir şeyler götürürken mutlu oluyorum. Biliyorum
ki içten veriliyorlar.
Sınırlarda gezinen --- Yarın erken kalkarsan kahvaltıya gel. Ama kendini zorlama
sadece kalkarsan
Masum gözlü genç --- Tamam!
Giymek için çaba sarf etmediği ayakkabılarını bir çırpıda geçirdi ayağına
ve uzun siyah pardüsüsünün merdivenlere değişini pek sallamadan ve geriye
dönüp bakmadan kayboldu gözden.
II.
BÖLÜM
Odaya döndüğümde bir müddet kapıda durup içeriye baktım. Evet ; işte gene
yüzleşme vakti geldi. Bu pisliğin içinde yaşamam için gerekçeler bulmalıyım.
Benim de bir rolüm olsa da ayrı tutmalıyım kendimi. Haklı nedenlerim olmalı
benim. Ama artık kaçabileceğim tek deliğim var. Diğerlerine girip kendimi
kandıramayacak kadar dürüstüm. Gün gelip bu son delikte de sığınamazsam ne
yaparım gerçekten bilmiyorum. İşte tam o nokta hayatta en çekindiğim yerdir.
Ümidin bitip geriye sadece sabrın kaldığı yerlerde gezindim. Tarifi imkansız
duygular ve acılar tattım bu serüvende. Ama atladım. Ayrıca acımdan da hiç
bir zaman şikayet etmedim. Biliyorum ki gücüm acıdan geliyor. Yine de o noktadan
çekiniyorum. Sanki beni içine alıverecekmiş gibi geliyor. Yokluğa benzetiyorum
kendi aklımca. Her neyse , şimdilik tek çarem, tek çıkışım. Bu pisliğin içinde
yaşamamı bir nedene bağlayan tek köprü. Koltuğa oturup köprüden geçmeye başladım
mağrurca. İki engin dağın arasındaki bu köprünün altı da sularla kaplı. İçinde
gizledikleri hakkında en ufak sır vermeyen koyu su dalgalanıyor. Gökyüzündeki
kara bulutlar sularını bırakıyor suyun üstüne. İniltileri duyabiliyorum. Sanki
yağmur damlaları nokta nokta sokuyor suyu o da inliyor acı acı. Bakmak ürkütüyor
ve içimde bilimeze duyulan korku, merak ve saygı kalıyor. Kafamı kaldırıp
ileriye baktığımda karşı yamacı görebiliyorum artık. Bu sahteliğin nasılda
garip bir cazibesi var. Şeytanın zafer çığlıkları en güzel nağmelere dönüşüveriyor
bu yerde. Bu gerçeği göre göre gitmek ağlatıyor. Damlalara göz yaşlarımı da
katıyorum ve suya düşüşlerini seyrediyorum bir müddet. Her gün biraz daha
zorlaşıyor karşıya geçişim. Yapayalnız yürüdüğüm bu yolda artık sona yaklaşmaktayım.
Bir adım ötemde uyuşmuş zihinler, ağızlarda hırsın salyaları , yok olmuş benlikler
duruyor. Ve doymak bilmeyen iştihakları aralarına katılmamı sabırsızlıkla
bekliyor. Geriye dönüp bakmaya cesaterim olsa koşarakrim olsa koşarakriye
dönüp bakmadan. Son adımı atamadan zil çaldı...
Ancak kaderle açıklayabileceğim bu zamanlamayı düşünerek gittim kapıyı açmaya. Evet ! , ben tam geçememiştim karşıya ama karşıdakilerin beni bulması pek de uzun sürmedi. Gelen ev sahibiydi. Bir müddet sesini duyamadım. Bir şeyler anlatıyor ama duyamıyordum. Ancak , hareketlerinden pek de iyi şeyler söylemediğini anlamak pek de güç olmadı. Sönmüş gözleri ve dahasını, dahasını isteyen yüzüne bakmak acı veriyordu. Onu dinlemediğimi düşündüünden olsa gerek beni uyarıcı bir kaç kelimeyi daha şiddetli tekrarlayarak yüzüme bakıyordu. Bu beni kendime getirdi ve onu duymaya başladım. Konu kiraydı...
Zavallı
--- "Geçen ayda kirayı iki gün geç yatırdınız bir şe demedim. Zaten yok
pahasına oturuyorsunuz. Bu devirde ögrenciye ev veren de pek yok. Bu ayın
kirasını da bugün yatıracaktınız yatırmamışşınız. Bizim de kendimize göre
işlerimiz var. İyi niyet bu kadar da suistimal edilmez ki."
Sınırlarda gezinen --- "Bu gün bir vefat haberi aldım , o yüzden yatıramadım.
Ama para yanımda isterseniz."..
Zavallı --- " Kirayı da almak için ayağınıza mı gelecez ? neyse getir
bakalım, siz de banka zahmetinden kurtulun.
Parayı
aldıktan sonra dikkatlice saydı ve ceketinin iç cebine itinayla yerleştirdi.
Merdivenlerde iniyordu ki bir an igrenç bir yüz ifadesiyle dönüp:
Zavallı --- "Haa ! Başın sagolsun, kim öldü"
Kapıyı suratına kapadım. Ve sonunda köprü de yıkıldı...
Odama döndüğümde o hep çekindiğim noktadaydım. Her şey anlamını yitiriyordu.
Düşüyordum hem de bu güne kadar dal olarak gördüğüm çıkışların hiç birine
elimi uzatma tenezülünde bulunmadan. Yanıma sadece beş şey aldım : uçları
kesik siyah eldivenlerim , el örmesi koyu lacivert atkım , bit pazarından
aldığım parkam , kalem ve boş bir kağıt. Odadan çıkarken dönüp baktım , evet
hiç bir şey unutmamıştım. Dışarıda dört gün öncesinden kalmış ve buzlaşmış
kar vardı. Ve hava oldukça soğuktu. Nereye gittiğim hakkında en ufak bir fikrim
yoktu. Sadece gitmek, çıkmak istiyordum. Artık kalamazdım...
Bu soğuk hava için üstünde oldukça ince bir kıyafeti olan yaşlı bir teyze
karşıdan karşıya geçiyordu. Ona hissettirmemeye gayret ederek ve yüzümü görmesine
engel olarak parkamı yavaşça omuzlarına koyup hızla uzaklaştım.
Bir otobüs durağında gözlerinde ışıltı olan ve ve utanma ayrıcalıgını hala
taşıdığını belli eden yüzüyle bir kız duruyordu. Ve ellerini ısıtma için ağzına
dayamıştı. Eldivenlerimi çıkardım ve gözlerinin tam içine bakarak ona uzattım.
Yaşlı gözlerime baktı ve bir şey sormaması gerektiğini anlayarak eldivenleri
aldı. Arkamdan baktığını hissediyordum ve eldivenleri giydiğini.
Kalabalık caddelere yaklaştığımda kaldırımdaki küçük çocuk daha etkili olması
için oturduğu kartonun yanındaki deftere bir şeyler yazıyordu. Bu lanet yüz
yıl bütün değerleri alt üst etmeyi başrdı sonunda. Atkımı kıvrak bir hareketle
boynuna doladım. Bu sefilliğin ortasında hala çocuk olmasından gelen temizliğiyle
baktı bana...
Son olanlar zaten bütün zırhlarını indirmiş çırılçıplak benliğime bir hançer
gibi saplandı. Yürüdüm saatlerce ve yokluk yokluyordu sık sık. Bütün gücümü
kaybetmeye başlıyordum. Bilimin büyük bir gururla bahsettiği sebepler ve sonuçlar
dairesinde bu sona getiren sebepleri düşünüyordum. Ondan da vazgeçtim. Sadece
yürüdüm... yürüdüm... yürüdüm...
III. BÖLÜM
Doğan
güneşle beraber bilindik koşuşturmalarda başlıyordu. Duvarın dibinde büzülmüş
duran genç , önüne atılmış bozuk paralardan dilenci olduğunu düşündürüyordu.
Ancak insanın içine işleyen bu doğukta bu pek de olası bir durum değildi.
Hareketsiz ve donuk yüzü kaygısızlığın sınırlarını aşıyordu. Bir kaç kişi
ürkek adımlarla gencin yanına sokulduğunda fark ettiler ölmüş olduğunu. Saçlarını
ve kirpiklerinin ucu buz tutmuştu. Bu manzara bir yerlerde saklı kalmış vicdanlarında
ince bir sız dogurdu. Gelip geçici olmasına rağmen bir şeyler yapma duygularını
harekete geçirmeye yetti.
İnsan oğluna bahşedilmiş en büyük ayrıcalık olan iradelerini --- ki unutulmuş
ve başkalarının ellerine teslim edilmiş belki de satılmış--- bir an hissedip;
hayatın her anında pek de farkında olmadan yaptıkları seçimlerden ilk defa
birinde irade ve özgürlük arasındaki derin bağı görerek bu kutsal bağa uygun
kullandılar.
Bu bilinmaedik duruma uygun rastgele adımlarla gidildi polisi aramaya. Meraklı
kalabalık pek de dokundurmadan kendi dünyalarına , ölümü görmeye geliyordu.
İşte bütün azizliğiyle ölüm karşılarında duruyordu. Ölüm ; ne kadarda alışıldık
artık bu yüzyılda bu kalabalık şehirlerde. Ne kadar sıradan ve doğal. Ne hazindir
ki ; her insanın yaşadığını far edip ölüm denen gerçeği kavramalarından degil
, Kaf dağınında ötesine atılan bu azizliği hiç tanımadıklarından ve tanışmayacaklarını
sandıklarında böyledir.
Polis gencin kimliğini tespit için cepleini karıştırmaya başladı. Üzerinden
sadece bir kalem ve yazılı bir kağıt çıktı. Ama kimliğini çok açıkca söylüyordu
bu kağıt ; ne önüne para atanların ne de ölümü seyredenlerin dikkatini çekmeyen
donmuş göz yaşları olan gencin...
"Senin önünde yalnız kendim için değil ; acı çeken bütün insanlar adına diz çöküyorum" raskolnikov
"Uzun
zaman oluyor ki, ba ucumdaki sigara paketiyle ölüm bana aynı mesafede. Elimi
her uzatışımda ölüm yerine sigara alışımda tek bir neden vardı. Aynı nedendi
beni yataktan kaldıran. Ve gözlerinizin içine baktıran. Sırf bu yüzden konuştum,
koşuşturdum. Bilinmeyene duyduğum merak da aynı nedendendi. Ve şimdi yanıldığımı
anlıyorum. Bütün kapılar birden kapanıverdi yüzüme. Artık elimi kaldırmam
için bile gerekçem kalmadı.işte bu sokak ortasında yalnız ve yalınım. Hepsi
bu. Üzerime yağmur gibi ateşin açıldığı cepheye de şu anki soğukkanlılığımla
giderim. Çünkü kurşunlar gövdeme çarptığında acı hissetmem için de bir nedenim
yok. Bu yüzden parçalanan ben degil kurşunlar olacaktır. Belki bunu bildiklerinden
şu yanımdan geçen arabalar yolun tam ortasından gitmeme rağmen çarpmamak için
büyük çaba sarf ediyor. Bütün zerrelerim tek bir cümleyi söylüyor:
"I'am coming to an end
Realise what I could have been"
Yüzüme çarpan şu kar taneleri neden düşüyorsa işte aynı nedenden belki nedensizlikten,
hala özgür bir iradem varsa onu da şu köşeye kıvrılmak için kullanıyorum.
İntihar bile bir eylem olduğundan belki de en büyüğü olduğundan hiç düşünmüyorum.
İşte son kapı da kalan küçük aralığını sımsıkı kapatıyor. Yüzüme vuran o ince
ışık demeti de kayboldu.
Dünyanın dönmesi için çekilmesi gereken bir acı var. Ve bu acı aziz insanlara
azizliğince paylaştırılır. Onlarda hiç bir karşılık beklemeksizin ve kimseye
duyurmaksızın çekerler. Bildim ve kavradım ki o kutsal mertebe de hiç olamamışım.
Böylece bir adım daha atmanın da bir anlamı kalmadı
Ve siz aziz insanlar!
Aranızda olamamanın verdiği bu müthiş ıstırapla beraber önünüzde edeple ve
saygıyla diz çöküyorum
Hikaye # 4
10 ZENCi
Köleler çiftlikten kaçarken sihirli lamba bulmuşlar ve cini lambadan çıkarmışlar.Cin
10 zenciye sormuş:
Dileyin benden ne dilerseniz. Birer dilek dileme hakkınız var.
1. zenci 'beyaz olmak istiyorum' demiş, olmuş.
10. zenci tebessüm etmeye başlamış.
2. zenci de beyaz olmak istediğini söylemiş, olmuş.
10. zenci sırıtmaya devam etmiş.
3. zenci de beyaz olmuş dilediği dileğiyle...
10. zenci kıkırdamaya başlamış.
4. zencinin de isteği aynı... 10. zenci gülmeye devam...
5,6,7,8 derkeeen 9. zenci de beyaz olma yönünde isteğini kullanmış.
sıra 10. zenciye gelmiş ama adam yerlerde... Gülmekten geberiyor. Cin
isteğini sormuş... Adam nefes almaya fırsat bulduğu bi ara isteğini
garip bir bogurtu ile
belirtmiş:
"HEPSiNi ZENCi YAP!".
Hikaye # 5
KAPLUMBAGALAR
Dört kaplumbağa pikniğe çıkmaya karar veriyorlar. Erzakları hazırlayıp yola
koyuluyorlar. Bir yıl, iki yıl, beş, on yıl derken 30 yıl sonra
piknik yerine
varıyorlar. Hemen erzakları çıkarıyorlar, gazozlar, yiyecekler,
herşey ortaya çıkıyor. Gazozlar da şişe gazoz. Ve açacak
YOK!
Tek cozum, birinin eve gidip açacağı alıp getirmesi. Doğal olarak en genç kaplumbağayı seçiyorlar.
Genç eleman:
- Giderim, ama bir şartım var., der ve ekler.
- Buradaki yiyeceklerin hiçbirine ben gelinceye kadar dokunulmayacak.
Diğerleri de bunu kabul eder. Elemanımız yola çıkar. Aradan bir, iki, on, yirmi yıl geçer. Bu arada yaşlı kaplumbagalardan birisi fenalaşır.
ölmek üzeredir.Arkadaşları ne yapsa faydasız.Kaplumbağa'nın son dileği olup olmadigini sorarlar.
O da:
- Gerçi genç kaplumbağaya söz verdik ama, şuradakı sarmalardan bir tanesini yesem olur mu? , der. Digerleri de kıramaz ve:
- Elbette! , diyerek, sarmalardan birini verirler.
Tam ağzına atacagi sırada genç kaplumbağa çalıların arasından fırlar
ve:
- Gitmiyorum işte, gitmiyorum!